Üç sene önce idi… Üç ay boyunca Mısır, Sudan ve Libya’daydım. Arapların Türkiye’yi neden desteklediklerinin tam nedenini öğrenmekti niyetim. Görüştüğüm herkes ve her cepheden tek bir standart cevap duyuyordum: “Viyana’nın kapılarına ulaşmayı ve İslam’ı Viyana surlarına kadar götürmeyi başaran tek İslam milleti Türkler idi! Yine, Avrupa’yı fethedebilecek tek ülke İslam ülkesi Türkiye’dir! Bu yüzden Türkiye’nin arkasında duruyoruz, Türkler hakkında bazı çekincelerimiz olmasına rağmen, Türk olmasak da, hepimiz Müslümanız ve en önemlisi, biz Avrupa’yı nihayet fethetmek isteyen kardeşleriz!”

Bunu geleneksel kafelerde, restoranlarda sıradan Mısırlılardan ayrıca tesadüfen bindiğim taksinin şoföründen, köylülerden hatta Bedevilerden de duydum! Kısacası hemen hemen herkes.

Ve haklılar! Türkiye, tek İslam ülkesi olarak, Avrupa’yı fethetmek için tüm ön koşullara sahip ve Türkiye bu kutsal diye algıladığı hedefi için aynı zamanda ölümcül bir tehlikeyi göze alıyor ve hepsinden önemlisi göze aldığı bu tehlikeli görünümlü hedefinde de devlet olarak kararlı!

Komünizmin çöküşünden sonra, tüm Türkiye zenginleri, Asya Türkî Cumhuriyetlerine, Bulgaristan’a, Romanya’ya, Arnavutluk’a, Ukrayna’ya, Rusya’ya, Gürcistan’a girdi ve söz konusu ülkelerin yöneticilerinin rızasıyla ve hatta yerel yetkililerin katılımıyla bu ülkeleri yağmaladılar!

Bu ülkelerin sorumluları bazen ikinci el batı otomobili karşılığında, bazen Türk Rivierası’nda kısa bir tatil ve bazen de yağmalanan ganimetlerden pay alarak ülkelerinin ulusal zenginliklerini bu gözü aç güruha peşkeş çekti!

Oradaydım, gördüm ve çaresizce bu ulusların zenginliklerinin tarihte benzeri olmayan bir şekilde, tanımlanamayacak şekilde yağmalandığının güçsüz şahidi oldum.

Osmanlılar bu ülkeleri yüzyıllarca kılıç zoruyla yağmaladılar, ama halefleri küçük bir payla “barış içinde” yağmalamanın gönül rızasıyla yağmalayan sırtlanlarıydı!

Yağma sadece ulusal zenginlikle sınırlı kalmadı. İnsan onuru da bu yağmanın bir parçası oldu. Babalarının, kardeşlerinin, annelerinin ve kendilerinin uğradığı yağma… Kadınlar; çocuk denecek yaştaki “gencecik tazeler”… Osmanlılar bu ulusların kadınlarını zorla kaçırdılar, ancak Komünizmin çöküşünden sonra, bu ülkelerden milyonlarca kadın gönüllü olarak Türkiye’ye sadece ailelerini hayatta tutabilmek için fuhuş yapmaya gittiler, ne doktor olmanın ne de avukat olmanın faydası yoktu. Doktor olmakla ne kendilerine derman olabildiler, ne de avukat olmakla hak arayışına… Türkiye’de de meslek sahibi olan kadına duyulan saygı artık yerle bir olmuştu. Meslekler ayaklar altına alındı, genç güzel meslek sahibi balkan kadınları Türkiye pazarında dolar üzerinden pazarlanıyordu. En alt gruptaki insanlar bile onlara ulaşabiliyorlardı.

Osmanlı imparatorluğu döneminde sadece Sultanların veya paşaların zevk ve sefa haremleri vardı, ama “modern” Türkiye’de birdenbire neredeyse ortalama gelirin üstünde bir standardı tutturmuş her Türkün Slav dünyasından, Romanya’dan ve Gürcistan’dan, Türkî Cumhuriyetlerden akın ederek ayaklarına kadar gelerek gönüllü olarak haremlerine girdiler bu ülkelerin kadınları!

Akabinde sıra Yugoslavya’ya geldi. Slovenya’nın o zaman ki lideri Slovenya’nın bağımsızlığını daha ilan bile etmeden önce, dönemin Almanya Dışişleri Bakanı Hans-Dietrich Genscher bir hafta öncesinden Slovenya’nın bağımsızlığını tanıdığını ilan etti! Bu bir devletin diğer devleti kurulmadan önce tanıması devletlerarası ilişkiler tarihinde bir ilk idi…

Ardından Sırpların gururu ve onurunu planlı bir şekilde kırma süreci başladı! Sonunda transatlantik medeniyeti Sırpların onurunu kırdı, 400 yıl boyunca Osmanlılara onuru için karşı gelen ve direnen bu ulusun onuru nihayet kırıldı, akabinde zorla yıkılan Yugoslavya halklarının çocukları Türklere hizmet için sunuldu. Tabiri caizse, 400 yıl boyunca direnen bu halklar altın tepsi üzerinde hizmet için Türklere sunulmuş oldu.

Türkiye, Arnavutluk’ta ganimetini toplamaya başlaması uzun yıllar önce oldu! Türkiye’nin Balkanlar’ın Hristiyan ve Müslüman et karışımı gulaşına karşı iştahı her zaman kabarıktı!

Arnavutluk’ta, Türkiye’nin ganimetleri arasında ülkenin havayolu şirketi, telekomünikasyon ve bir dizi altyapı projesi, bankalar ve ne yazık ki ülkenin en eski üniversitesi de dâhildi! Osmanlı ecdadının mirasçısı olduğunu her fırsatta dile getiren Başkan Erdoğan, ülkesine bu ganimetleri sağlarken Cumhurbaşkanı Edi Rama’yı kucaklamayı, kızı Sümeyye’nin düğününe davet etmeyi de unutmadı!

Ya Kosova? Evet, tabi orası unutulur mu? Stratejik yer neresi? Havaalanı! Oranında Havaalanı artık Türkiye Cumhuriyetinindir. Erdoğan Kosova havaalanının, ana elektrik şebekesini de siyasi partisinin ticari şirketlerine yaptırdı.

Peki ya cesur, onurlu ve gururlu Sırbistan’ımız? Başkent Belgrad’daki en yüksek bina, büyük harflerle Amerika’da yargılanan HALKBANK‘ın ismiyle donatılmış. Her iki Sırp’tan birinin cüzdanındaki banka kartı bir Türk bankasının…

Bir dönemin güçlü ziraat ülkesi peynir, yoğurtlarını bile Türkiye’den ithal edecek kadar düşürüldü.

Sırplara Türkiye’nin ABD’nin İran’dan dolayı ambargo tehlikesinin atlattığını “ikna ile” kabul ettirilmeye çalışılıyor! Sırplar ne tür bir ticaret’e Türkiye tarafından zorlanıyor, söylemeye cesaret bile edemiyorum!

Bosna-Hercegovina’da Türkiye’ye artık ait olan her şeyin listesini derlemek mümkün bile değil artık. Her Türk’ün Bosna Hersek’e yaptığı özel seyahatler, Türk Devleti tarafından sübvanse edilmekte ve Bosna Hersek’in tüm kültürel merkezlerinde ücretsiz olarak Türkçe öğretilmektedir. Benzin istasyonları, bankalar, tüm yol ve diğer her türden inşaatlar Türk şirketlerin hâkimiyetinde ve Balkanları tanıyan, Slav dillerini ve kültürünü bilen, böylece bu ülkelerdeki modern İslami misyonerler olarak hareket edebilecekleri yerel ruhani imamlar üreten özel beyin yıkama laboratuarlarının sayısını saptamak sistematik çalışan bir araştırmacı için bile artık mümkün değil!

Türkiye, balkanlardaki yıllardır yıkılmış veya tahrip olmuş tüm camileri, Osmanlı anıtlarını restore ediyor ve cami bulunmayan yerlere her zaman en yüksek tepelerin üstüne yeni cami inşaatları tüm hızıyla devam ediyor! Tabii bu görünen gösterilmek istenen yüz ya arka tarafında…

Bugün balkan halklarının ruhlarının derinliklerine nüfuz eden ve Türk devletinin mikroplarını Türk devletinin sofistike plan-projesiyle Osmanlı İmparatorluğu’ndan romantik ve çok renkli — romantizmi aşan aşk hikayeleri içerikli TV dizileriyle yerleşiyor, turanizmin yumurtalarını bırakıyor! Evet, Türkiye Balkanlar’ı artık fethetti, atalarının 400 yıl içinde kılıçla yapamadıklarını bu ecdadlarının saray hikâyelerinin romantik makyajlı dizilerliyle başardılar!

AB’nin balkan halklarına karşı çirkin politikasını var olan hiç bir mantıkla izah etmek mümkün değil. Kala kala Türklere boyun eğmeyen bir tek ülke Macaristan kalmıştı.

Macarların mülteciler konusunda aldığı sert tavırdan ötürü AB’nin gazabına uğradı ve Erdoğan’ın avucuna atıldı. Birkaç hafta önce Macaristan da artık, Erdoğan’ın emrine girip bir dizine ulusal menfaatlerini hibe eden sözleşme imzalamak zorunda bırakıldı!

Türkiye, Bulgaristan ve Romanya’da yüz binlerce vatandaşını bu ülkelerin AB’ ye giriş sürecinde bu ülkelerin vatandaşı yaparak bu ülkelerin AB’ye katılımlarıyla AB ihraç etmiş oldu. Ve bunların çoğu günümüzde Almanya, Hollanda ve diğer Avrupa ülkelerindeler. Yine Bulgaristan ve Romanya’da kendi vatandaşlarına AB’ye giriş sürecinde onbinlerce şirket kurdurttup ve bu şirketlerin giriş sürecinden sonra tüm AB ülkelerinde kontrol edilmesi mümkün olmayan “gizemli “ operasyonlar içine girmesini sağladı.

Bu senaryo Hırvatistan, kısmen Slovenya, Macaristan’da da devreye sokuldu, şimdi ise daha büyük boyutlarıyla Karadağ, Sırbistan’da devrede.

Türkçe artık Karadağ’ın Budva, Kotor veya Podgorica sokaklarında en sık duyulan yabancı lisan olurken, bu kentlerin sokaklarının her köşesinde bir Türk bankası, kumarhane veya inşaat şirketini görmemek mümkün değil. Tabii ki, camiler ve camiler… Türkiye’nin balkanlarda oynadığı sofistike oyunun temel amacı tabii ki bu ülkeler üzerinden AB’ye mümkün olduğunca çok sayıda Türk-İslam varlığının sızmasını sağlamaktır!

Peki, tüm bunları gören, izleyen Avrupa ne yapıyor? HİÇBİR ŞEY, ama HİÇBİR ŞEY! Pardon, Macron AB’nin Arnavutluk ve Makedonya’nın AB ye katılım görüşlerini yasakladı ve Karadağ’la Sırbistan’ın katılımını geciktirdi ki Türkiye bu ülkeler AB ye girmeden önce varlığını bu ülkelerde daha da pekiştirebilsin.

YA ABD? Allah var, Amerikalılar Avrupa’nın Türk-İslam ideolojisinin tehdidi altında olduğunu ve AB’nin varlığını tehdit eden karşısında anlaşılması mümkün olmayan sessizliğine rağmen Türkiye’nin Türk-İslam megalomatik vizyonunun hayata geçirilişini durdurmaya çalıştı. Bir gecede, Yunanistan’daki solcu hükümeti erken seçimlere zorlayarak, kaybetmesini sağlarken Harvard’ta “ iyi “ eğitim görmüşünü iktidara taşıdı. Zorlu arayışlardan sonra Bulgaristan’a, bir zamanlar ABD’ye eşi ve iki çocuğuyla mülteci olarak gelen Kürt kadınımızı Büyükelçi olarak atadı. Pompeo, geçtiğimiz haftalarda New York’un sıradan bir ilçesi kadar bütçesi olan Karadağ’da tam bir günü feda edip akabinde Makedonya’ya geçerek ortak bir askeri antlaşma imzalayıp, hemen ardından Yunanistan’a geçip ikili asker-güvenlik sözleşmesini yeniledi. Aynı gün, aynı saatlerde AB’nin borazanlığını üstlenmiş Macron Makedonya ve Arnavutluğun AB’ye alınmayacağını beyan etmesi yetmiyormuş gibi dedesi General de Gaule’den esinlenerek NATO’nun beyinsel felç yaşadığını kendisine has ergenlik çağındaki kabadayı edasıyla o günlerde Balkanları kurtarma çabası içinde olan Pompeo’nun duyacağı şekilde dünya basınına kustu…

ABD de öyle mi? O zaman ne haliniz varsa görün dercesine sahadan çekilmeye karar verdi, AB’nin kaderini Erdoğan’ın adil vicdanına sunarak!

Macaristan’ın da Erdoğan’ın avucuna atılışından sonra Türkler artık, tıpkı ataları gibi Viyana kapılarından sadece bir-kaç adım ötedeler, ama atalarından bir temel farkla; Türklerin sadece Avusturya’da değil tüm AB’nin her köşesine odaklanmış 5. ordusu — Hemingway’ın Franco’dan yaptığı alıntı- “Siperde sultanının emrini bekliyor.”

Avrupanın gelecek nesilleri “ Bir zamanlar bir Kafir Avrupa medeniyeti “ vardı masalını dinleyecekler . 1002 .gece masallı geçmiş bir zaman diliminde var olan Avrupa medeniyetinin masalı olacak.

  1. gece masalını, yarımay ışığı altında, mehter şarkıları eşliğinde Avrupanın yeni hakimleri çocuklarına anlatacak…