400 yıldan fazla Avusturya İmparatorluğunun hâkimiyetinden kurtulup 28 Ekim 1918de nihayet bağımsızlığına, özgürlüğüne kavuşan Çekler, Slovaklar, Yahudiler ve Çeklerin Südetalmanları Çekoslovakya Cumhuriyetinin kuruluşunu ilan etmiş ve hemen 5 ay sonra daha kuruluş sancıları içinde olan yeni bir ülkenin, tarihteki ilk Dışişleri Bakanı Edwar Benes mart ayının sonunda İstanbula yani Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde resmen diplomatik temsilcik açar ve temsilci olarak hemen Vladimir Frici gönderir. Ama Petr Pavel Klemens daha Fric İstanbul’a varmadan temsilcilik için gerekli tüm altyapı hazırlıklarını tamamlamış zaten. Daha Çekoslovakya kurulur kurulmaz Klemens Çekoslovakya dış işleri bakanlığıyla ilişki içinde ve onlar için çalışıyor sadece uluslararası yasalara göre resmî diplomat statüsü yoktu çünkü daha Çekoslovakya’nın İstanbul’da diplomatik misyonu resmen kurulmamıştı. Daha yeni kurulmuş ülkenin profesyonel diplomatları gerçi daha yoktu ama… Petr Pavel Klemens Başkent İstanbuldaki Avusturya İmparatorluğunun hastanesinde o güne kadar başhekimdir, yani İstanbulun elit kesimin elinin mahkûm olduğu bir şahsiyet çünkü doktor ve başhekim ve birçok lisana hâkim ve isim ve soyadından ve yine ismiyle soyadının kombinasyonundan Yahudi olduğunu rahatlıkla düşünebiliriz.

P.P. Klemens İstanbulu işgal etmiş ve her şeyi denetimine almış İngiliz makamlarından izin alma gereksinimini bile görmeden Sultanla ilişkiye geçer, ki böyle tanınmış, İstanbul’un o dönemdeki üst sınıfıyla hekim-hasta ilişkisi içinde olan bir hekim için sorun da değil ve büyük bir ihtimalle kendi dışişleri bakanlığını da haberdar etmez! Bu hekim böyle bir talimatı kimden aldı bilemiyoruz ama tahmin etme hakkımız var. Sultandan Çekoslovakya için kapitülasyon rejiminin sunduğu ticari tüm imkanların tanınmasını talep eder aynı zamanda ama Klemens doğrudan Kemalistlerle de ilişkiye geçer. Bu arada yeni oluşmuş Çekoslovakya tarihte yani hem Avusturya İmparatorluğunun boyunduruğa altına girmeden önce hem de girdikten sonra Osmanlılarla hiçbir ilişkisi olmamasına rağmen Sevr Anlaşması sürecine katılma hakkı elde eder ve katılırlar da. İstanbul ve Anadoludaki durum hakkında yerinde bilgi edinmiş Klemens Sevrden dolayı merkeze çağrılır, merkezde verdiği konferansta Amerikan temsilcileri de vardı denilir. Klemensin merkeze gönderdiği raporların içeriği ,kapsamı dikkatle incelendiğinde bu raporların daha yeni kurulmuş bir Orta Avrupa ülkesinin Dışişleri Bakanlığına hitaben yazılmadığı duygusuna kapılmamak elde değil, çünkü talimat tonundaki tavsiyeleri küçük bir ülkenin imkân ve olanaklarını çok aşıyor! Misal bir yerde Türkiyenin geleceği Fransa-İngiltere-İtalyaya terk edilmemelidir.” diyor. Peki bu gücü ve doğacak olan ülke üzerinde söz hakkı sahibi olma gücünü nereden alıyor ve kimi uyarıyor, kime yol gösteriyor?

Onun emrine bir de Rudolf Svetlik gönderilir İstanbula. Svetlik ismini bir yere kayıt edelim. Yakın geçmişte Erdoğan’ın izniyle Türkiyede büyük bir termik elektrik santralı inşa eden çek şirketin sahibi de Svetlik ismini taşıyor… Özel kurulan dostluklar” ebedidir… Svetlikin kendi Dışişleri Bakanlığına gönderdiği telgraftan onu da hemen Mustafa Kemalin İstanbuldaki temsilcisi Adnan Bey’in ziyaret ettiğini, Mustafa Kemalin Çekoslovakya Dışişleri Bakanı Benese dostane selamlarını ileterek ikili ilişkilerin her düzeyde ve hemen daha da yoğunlaşarak hayata geçirilmesini talep eder. O Benes ki Mustafa Kemal Karlsbadtayken Çekoslovakyan Paristeki hükümetin başbakanıydı! Mustafa Kemal Karlsbad anılarına sadakatini dillendirip, Karlsbad’ın sahiplerinden o anılara aynı itinanın gösterilmesini mi istiyordu?!

Rudlof Svetlik İstanbula vardıktan hemen sonra Mustafa Kemal’le doğrudan ilişki yolu bulunur ve kendisine Çekoslovakya devletinin onun tüm mücadelesini desteklediğini ve İstanbulu eline geçirmesi halinde de geçirdiğinde (öngörüye bakın!) bu desteğin İstanbul içinde genişletileceğini o zaman biriminde kontrol ettiği bölgelerin Çekoslovakya ticari iş birliğine acilen açılmasını arzuladığını yazar. Ve bu mektup edinilen tüm verilere bakıldığında Mustafa Kemale bir Avrupa devletinin içeriği bu kadar açık destek vaat eden, yabancı bir devletin temsilcisinin RESMEN Mustafa Kemale gönderdiği ilk mektuptur.

Çek, Slovak, Yahudi, Südetalmanlarının Avrupanın birkaç ülkesinde Alman-Avusturyaya karşı savaşan ordularına Çekoslovakya Lejyonu deniliyordu. Çekoslovakya Lejyonları savaş bitip ülkeye döner dönmez ilk işleri Japonyadan bir gemi satın alıp Rusyanın Vladivostok’unda geride bıraktıkları savaşçıları ülkelerine getirmekti. Satın aldıkları geminin ismini de Legie yani Lejyon bırakıp savaş arkadaşlarını Vladivostoktan hâlâ onları yok etmek çabası içinde olan Kızıl Ordu’nun ateşleri altında taşımaya başladılar. O dönemde uluslararası yasalar ve kurumlar denizi olmayan ülkelerin gemi sahibi olmalarını öngörmüyordu. Çekoslovakyalılar bir taraftan bu uluslararası yasaların değişmesi için çaba harcarken, sahip olduğu gemilerle tüm bu yasaları yok sayarak askerlerini Vladivostoktan kurtarmaya başlamıştı bile. Bu gemiler Vladivostoka giderken ama Çekoslovakyada üretilen silahlarla doluydu. Yani Vladivostoka giderken silah doluydu dönerken asker!

Bu giden silahlardan ne kadarı Kemalistlere verildi tam rakamlarını bilmiyorum çünkü geminin denizde hareketi uluslararası yasalara göre yasadışıydı ve yük dokümanlarını Liman İdaresine bildirmiyorlardı. Ama silahların bir kısmının Kemalistlere diğer kısmının da Çin açıklarında Çinlilere verildiği kesin, ki hem gemilerin satın alınırken ödenen bedeli karşılansın hem de yol masrafları. Daha 70li yıllarda konuştuğum Dr. Qasemlonun yurttan oda arkadaşı ve Dr. Qasemlonun hayatındaki en sadık dostu Doc. Dr. Karel Jech (Ünlü tarihçi) “Gemiler uluslararası suda dururdu, gemiye yaklaşan teknelere mal verilirdi, bu uzun yıllar böyle devam etti. Çinde de yüke kim talip oluyorduysa ona veriliyordu. İşin tuhaf yönü herkes faturayı vaktinde ödüyordu.” Tarihçilerin verdiği bilgiler ışığında Mustafa Kemale verildiği söylenilen silahların da faturaları ödenmiştir, ama bedeli kim nasıl ödedi bilemiyoruz. Konuyu irdelemek yeni nesilerin görevi. Ama Çekoslovakyanın daha çiçeği burnundaki Ticaret ve Sanayi Odası’nın Çekoslovakya Dışişleri Bakanlığına kısa bir zaman diliminde o aylarda gönderdiği sayısız yazılardan Dışişleri Bakanlığının nasıl daha aktif olmasını istediğini, ısrarlı olduğunu, Dışişleri Bakanlığının ama tüm insanüstü gayretine rağmen Mustafa Kemal ve Ankaradaki hazırlık meclisiyle arzu edilen sıkı ilişki içinde olması zor, çünkü evet çünkü Ankarada sıtma var! Tek engel, handikap bu !Ankara öyle bir yer ki o dönemde sıtma yuvası! Çekoslovakya Istanbul temsilciliğindeki Yahudi kökenli Klemens inanılmaz bir jeostratejik-jeopolitik uzman izlenimini verir gönderdiği raporlar! Bu raporları bir hekimin tek başına hazırlamış olma ihtimali az. Her şey Klemensin İstanbuldaki Yahudi camiası ve masonlarla sıkı ilişki olduğuna işaret ediyor. Kendisine yapılan tavsiye üzerine hemen İsveç’in İstanbuldaki Büyükelçisi Wallenbergle ilişkiye geçer Wallenberg tanınmış Yahudi kökenli bir ailedir İsveç’te. Herhalde bu aileden en tanınmışı Raoul Wallenberg oldu ki diplomatlığı döneminde Holokausa katledilecek -bazılarına göre on binlerce bazılarına göre yüz binin üzerinde-Macar Yahudilerinin hayatını kurtararak ismini insanlık tarihine altın harflerle yazandı. Bu ailenin bir kızı Kofi Annanla evlenmişti yani zenci Kofimiz Yahudi damadıydı. Yoksa Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri olabilir miydi diye sorası geliyor insanın!

İsveç’te yaşayan Kürt aydınları-tarihçileri İsveç’in en ünlü ailelerinden biri olan Wallenberg daha Türkiye Cumhuriyeti ilan edilmeden yani 1920-1923 yılları arasında İstanbuldan -Ankaradan Stockholme ( büyük bir ihtimalle oradan da Amerikaya gönderilen) Kemalizm hakkında gönderdiği raporlar-ilişkileri üzerine nasıl çalıştılar, araştırdılar, arşivlere girip ne sonuca vardılar ? Bunu Kürt kamuoyuyla paylaşmalarını beklemek, arzu etmek haksızlık mıdır acaba? Hele hele İsveç’in en eski yabancı kökenli cemiyeti olan İsveç Kürt federasyonundan !

Klemens in acilen Ankara’ya gitmesi, sorunları yerinde çözmesi kaçınılmaz, gidiş yolunun önündeki engelleri aşmak onun için sorun değil. Ama doktordur ve Ankara’daki sıtmanın ölümcüllüğünü iyi bilendir. Svetlik’le ama cesaretinden emin oldukları Wallenberg’i Ankara’ya gitmeye ikna ederler, kendisine tedbiren iki paket sıtmadan koruyucu ilaç olan kinin verip Wallenberg ‘i Ankaraya gönderirler. Ankarada Türkiye ile İsveç arasında dostluk sözleşmesini Klemens’in dostlarının yardım-katkısıyla imzalar ve Çekoslovakya dostluk sözleşmesinin imzalanması için de ne gerekliyse yapar, bitirir ve her şeyden önce Svetlik-Klemensin Ankarayla teknik açıdan daha rahat ve kimlerle hangi derecede irtibat içinde olabileceğini sağlar, altyapısını geliştirir. Svetlik ve Klemensin Ankaraya gitmemelerinin tek nedeni hastalık korkusudur. Ankaraya gidip geldikten sonra hayatlarını kaybeden iki diplomat yabancılar arasında panik-korku yaratmıştır. Ankara sıtma korkusu! Wallenberg Ankarada geçirdiği günlerinin dehşetini anlatır. Ne kalacak bir yer var ne temiz bir yemek ne de postanede doğru dürüst çalışan bir telgraf makinası! Tüm sağlık riskini, karşılaştığı zorlukların üstesinden gelerek hem İsveç için sözleşmeyi imzalamış, Çekoslovakya için sözleşmeyi hazırlatmış ve her şeyden önemlisi Svetlik-Klemens ikilisinin Ankara’da kiminle nasıl doğrudan telgraf veya yerel görevlilerle gönderilecek yazıların yerine ulaşmasını organize etmiştir.

Devletin resmî girişimleri bir tarafa Çekoslovakyalı tüccarlar kendi Yahudileri üzerinden Selanik, İstanbul Yahudilerine çoktan ulaşmış, Mustafa Kemal ve ekibinin feslerinden içki takımlarına, giydikleri Kafkasya türü potinlere kadar göndermiş, Kemalistlerin kontrol ettiği bütün bölgelerde serbest ticaret hakkı elde etmişlerdi. Konu feste iken belirtmekte yarar var; şapka kanunu çıkıncaya kadar nasıl Osmanlı’nın feslerini Çek-Slovak firmaları üretip Avusturya imparatorluğu damgasıyla Osmanlı’ya gönderiyorduysa, Kemalistlerin fesi de yeni kurulan Çekoslovakyadan gidiyordu yani fabrikalar aynı fabrikalardı.Kemalistlerin kullandığı fes Kafkasya kökenliydi, Kafkasyada romanov cinsi koyunun çok kıvırcık yününden yapılırdı.Çeklerin üretici firmaları başlangıçta bu yünü temin etmede biraz zorlandıkları doğru. Akabindeki şapka reformdan sonrada şapkalar ve fötr şapkalar da…Navlun’un güzergahı; mal Çekoslovakya nın Tuna nehri üzerindeki Komarno şehrinin limanında gemilere yüklenilir Romanya oradan da karadeniz üzerinden Samsun veya başka bir kara deniz limanına ulaştırılırdı.

Hemen Çekoslovakyayla da dostluk sözleşmesi imzalanır. Bu dostluk sözleşmeleri ithalat-ihracat sözleşmeleri ve dostlara uygulanacak gümrük tarifesi açısından önemlidir. Ankaranın en kritik döneminde yanı sıtmanın ölüm saldığı dönemde Ankaranın altyapısını kurmak için Amerikan şirketleri gelirler Ankaraya.

Svetlikin Lozan Görüşmeleri sürecinde Prag üzerinden Türk delegasyonuna nasıl akıl verdiği başka bir konu.

Akabindeki yıllarda gerçekten öncelikli olarak Çekoslovakyala tüm sözleşmeler imzalanır, gümrük indirimine gidilir ve Türkiyenin bütün kapıları Çekoslovakyaya açılır. Atatürk’ün içki takımından Celal Bayar’ın içki takımına kadar (müzesinde şahsen gördüm) Millet Meclisinin avizesinden Dolmabahçe Sarayı’nkine kadar oradan tekstil makinalarından silahına kadar (Brno tüfeklerini hatırlayan olur belki, Mustafa Barzaniden Mesud Barzanikine kadar Brnoydu bizim dedelerimizinki de).

Atatürk döneminde öncelikle Çekoslovakyayla imzalanmamış sözleşme kalmaz! Emin kişilerin söylediğine göre Çekoslovakyanın Türkiyede 1 büyükelçiliği 4 tane konsolosluğu vardı o dönemde bu kadar küçük bir ülke olmasına rağmen.

Olayın daha da düşündürücü boyutu ise 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye NATO, Çekoslovakya da Varşova Paktı üyesi olmasına rağmen emsali görülmeyen bir boyutta bu ilişkilerin sürmüş olmasıdır. Türkiyede ilk araba montaj fabrikası açma hakkı komünist Çekoslovakyaya verilir! Ve Çekoslovakya Skoda marka arabasını Türkiyede üretmeye başlar! Niye Almanyanın milyonlar satan Skodayla aynı kategoride olmasına rağmen Skodadan teknik açıdan çok daha kaliteli olan NATOnun 2. en güçlü ve Türkiyeye siyaseten en yakın Avrupa ülkesi olan Almanların Opel Kadetine verilmedi? Skoda o kadar yaygındıki Türkiyede, arka tekerleri içeriye eğik olduğundan, bacakları eğik kızlara, Skoda bacaklı kız” denilirdi.

Bizim gençlik dönemimizde Türkiyedeki her gencin rüyası JAVA motosikletleriydi. Türkiye de merkezi – devlet ekonomisi hakim olduğundan sadece ve sadece devletin izin verdiği 1 veya 2 marka var olabilirdi! Peki devlet Java motosikletlerin Türkiyede monte edilmesine niye müsaade etti? Ve Türkiye üzerinden tüm Ortadoğu’da satışına? Almanların BMWsi veya İtalyanların Paggiosu veya bir dizine NATO ülkesi menşeyli motosiklet yok muydu?

Aynı Türkiye o yıllarda alkollü içecekleri sadece Tekel üretir” derken nasıl oldu da bir Çek firması olan Pilsenle Öztorhan üzerinden Türkiyede Efes-Pilseni üretmelerine müsaade etti ve akabindeki on yıllar boyunca onlara rakip olmaları için başka bir Avrupalı bira markasına Türkiyede bira üretme hakkı vermedi. Bunlar arasında ret edilenler Alman, Danimarka vs. firmaları da vardı! Niye hep Çek şirketleri korundu, kollandı?

Aynı avantajlar Çekoslovakyanın enerji şirketlerine de sunuldu. Türkiyenin o dönemdeki en büyük termik santralı SOMAyı kim inşa etti? Çekoslovakya!

Osman Kavala bir gün annesinin hangi üstün hizmetlerinden ötürü Çekoslovakya Komünist Cumhurbaşkanın elinden öl aldığını söyler mi acaba?

Sovyetler 60lı yıllarında Türkiyede bir demir çelik fabrikası inşa ettiklerinde NATO üyeleri-başta Amerika- kıyametleri koparmıştı.

İlkokula başladığım ilk günü hatırlıyorum. Kalem ve silgimi, yazı defterimi. Belki de bizim çağdan dostlar silgimizi hatırlarlar. Dikdörtgendi kül renginde ve üstünde fil vardı! Okumayı öğrendikten sonra hatırlarsanız hepsinin üstünde Kohi Noor Made in Czechoslovakia yazardı! Ve piyasada başka bir firmanın ne silgisi ne kalemi vardı. Çünkü ekonomiyi devlet yönetiyordu devlet önceliğini komünist Çekoslovakyadan yana vermişti. Cam-kristal mamüllerinden . kadınların başına örttüğü tülbendin taşlarına kadar ondan tekstilde kullanılan iplik makinalarına, dokuma makinalarına ya da TOS isimli torna makinalarına ya da İstanbuldaki ilk troleybüslerine kadar.

Bu azalsa da Çekoslovakya komünizmden kurtulduktan sonrada devam etti ve Çekler Türkiyenin devasa 2000 megavatlık Afşin Termik Santralını inşa ettiler, Ankaranın elektrik dağıtım şirketi Çeklerin ve yukarıda adı geçen Svetlikin ismini taşıyan şirketin sahibi yakın geçmişte baya büyük bir elektrik santralını bitirip teslim etti!

Türk polis teşkilatının taşıdığı tabancaların çoğu (birkaç bin Sig-Sauer,Bereta hariç) Çek malı,9 mm parabeldir.

Liste uzun da uzun!

Peki bu ticari ilişkilerde Çekoslovakyalılar akabinde Çekler aynı yanıtı verdiler mi Türkiyeye? Asla! Aksine her zaman Türkiyeye Avrupanın hiçbir ülkesinde görülmeyen düşmanca tepki verildi hem komünizm öncesi hem komünizm döneminde ve hem de günümüzde!17nci yüzyıldan kalma Sonradan Türkleşmiş Türk Türkten berbattır “ atasözü hep ulusal atasözü olmasını korudu, hâlâ Avrupanın en eski köprüsü olan Pragdaki Çarls Köprüsü’nün en büyük-görkemli tarihi heykeli Türk zulmünü dillendirendir.

Ama iki ülkenin derin devletlerinin her dönemde standartları çok aşan sıkı ilişkileri oldu, vardır, bu ilişkilerin kapsamına komünizm yıkıldıktan sonra komünizm döneminde Çekoslovakyaya gelmiş TKP üyelerinin, komünizm yıkıldıktan sonra Türkiyedeki derin devletin uzantıları olan aşırı ırkçı suç örgütlerine misafirperverlik yapmak da vardı! Tüm Çek Cumhuriyetinde sadece 1800 civarında Türkiye vatandaşı yaşamasına rağmen -ki bunun büyük bir çoğunluğunu Kürtler oluşturuyor-tüm Avrupa ülkeleri arasında Türkiye vatandaşının en az olmasına karşılık Çek Cumhuriyetine her zaman Türkiyenin birinci sınıf diplomatları gönderilmiştir İnal Batu, Dinçmen Üstün (emekli olduktan sonra Devlet Bahçelinin Dış ilişkiler Sorumlusu) ve bugün de Egemen Bağış! Aynı yoğunlukla Çekoslovaklar da yanıt vermiş Alexandır Dubçekten Jaromir Johannese (komünizm döneminin son Dışişleri Bakanı) kadar devletin derinliklerinin yaşama yansımalarını Ankaraya büyükelçi olarak göndermiştir!

Çekoslovakya akabinde Çekya gibi Avrupanın fazlada önemli olmayan ve halkının tümünün Türklere tahminleri aşan düşmanlığını taşıyan bir ülkesiyle Türkiyenin bu sıra dışı ilişkilerinin nedeni ne?