Ey felek
Ey felek bo te dinalim;
Bo çi nêrgiz çilmisîn?
Ew çima bextê me ho ye?
Em bê dost û bêkes in.
Ey felek sana yalvarıyorum ;
Niye nergiz soldu?
Bizim bahtımız niye böyle?
Biz dostsuz ve kimsesiziz.
Metni Dr.Bedirhan Sındi’ye ait ve M.Şeho’nun türküleştirdiği bu nağmeler, gençliğimizde Erivan veya Bağdat Radyosu’ndan acılı bu melodiyi duyduğumuzda, tabiri caizse 7’den 70’e tüm dinleyenleri hüzne ve gözyaşlarına boğardı…
On yıllarca da hep öyle kaldı.
Kürt ulusunun, bu sonu gelmeyen her kırımından – acıdan ve faciadan sonra, bu türkünün söz ve nağmeleriyle felekten başka sesleneceği, acılı kaderini anlatacağı kimsesi yoktu, dostsuz ve kimsesiz ateşe atılandı hep Kürtler.
Eylül ayında Güney Kürdistan’da gerçekleştirilen Kürt ulusunun dünyanın dört bir köşesinden yaşama ve direnme içgüdüsünü ateşleyen referendumdan sonra yaşanılan “yalnız bırakılmışlıkla” içine düştüğü depresyon günlerinde, Zagros Televizyonu’muzda bir Kürt kadın türkücüsünün acılı sesiyle bu türküyü duyduk ,dijital medyada her acı çekenin paylaştığı türküydü O ve varlığının her yerinde bir yara izi taşıyan Kürt halkını gözyaşlarına boğdu.
Ama bu sefer tarihte hep yaşanıldığı gibi yaşanılan bu son kaderle yalnız bırakılmışlığının nedeni dostsuzluk da , yanlızlık da değildi.
Kürtlerin referandumun akabinde içine düştükleri yalnızlığın ve dostsuzluğun tek sorumlusu Kürt siyasilerinden başkası değildir.
1980 yılından günümüze kadar kendi kaderlerini tayin etmeleri ve kendi ulusal devletlerini kurmaları için felek, dünyada hiçbir ulusa nasip olmayan şansı, altın tepsi üzerinde Kürtlere sundu.
1980 yılında İranda şah yönetimi gibi o dönemde bölgenin en güçlü devleti “bir günde çöktü” ve felek doğu Kürdistan’ı altın bir tepsi üzerinde Kürtlere sundu.
Bir kaç ay sonra, çöken İran’la irak arasında 8 yıl süren – atom hariç-, dünya silah sanayinin ürettiği tüm silahları bu iki Kürdistan işgalcisi ülke birbirine karşı kullanırken, hem doğu hem de Güney Kürdistan’ın hakimi Kürtlerdi. Doğu Kürdistan Kürtleri her türlü yardımı Bağdat’tan alırken, Güney Kürdistan Kürtleri de Tahran’dan alıyordu.
Aldıkları bu silahları düşmana karşı kullanacaklarına birbirlerine yönelttiller ve tarihteki en kanlı Brakujiler- kardeş katilliği o dönemde başladı.
Felek bizi ne yalnız ne de dostsuz bırakmıştı, suç felekte değil bizim kendimizdeydi. Dünyanın gözleri önünde birbirimizi düşmanlarımızdan daha gaddar bir şekilde kıran bizdik.
Zavalı felek ne yapabilirdi ki?
Bu kırım yada bırakuji, 1991 yılına kadar – düşmanların bizi birbirimizi daha gadarca kırdırmasına kadar – devam etti. 1991 yılında felek, bizim hiçbir emek veya gayretimiz olmamasına rağmen, altın tepsi üzerinde bize yine de, ülkemizin bir küçük bölgesinde Amerika’da dahil onlarca koalisyon ortağının koruması altında yaşama güneşini getirdi.
Biz ne yaptık?
O güneşin altında, bir parça Kürdistan toprağı üzerinde, bizi varolan silah teknolojisinin en modernleriyle koruyanların gözleri önünde, o topraklarda kardeşlerimizi daha çok öldürebilmek için Saddam’ın askerlerine öncülük ederek yol açtık. Diğerlerimiz de İran Pasdaranlarını!
Felek, bizi yukarılardan bakınca ve halimizi görünce herhalde lanetlemiştir. Dünyanın en güçlü ülkelerini dost diye göndermesine rağmen bizim birbirimizi gırtlağını kestiğimizi, bölgenin en gaddar en zalim hükümdarları gibi birbirimizi boğazlamamızı görünce….
Felek, yine de bize acımadan vazgeçmedi. Birbirini boğazlayanları durdurabilmek için, dünyanın en güçlü ülkesini rahme davet edip zorla, biz düşman kardeşleri tokalaştırdılar. Bir daha da birbirimizin boğazına düşman hançeriyle saldırmamamız için dünya kameralarını davet edip, bu bırakujların Kürdistan’dan binlerce kilometre uzaklıktaki Washington’da belgeleyebilmek için ; ”Ki bakın dünyanın gözleri önünde tokalaştınız dünya şahit artık kardeş kanına karşı olan sonsuz susuzluğunuzu hiç değilse gizleyin” dercesine !
2003 yılında yine felek, dünyada hiçbir mahlukata göstermediği cömertliği gösterip bir kez daha altın tepsi üstünde var olan tüm ganimetlerini sundu, Kürdistan’ın daha büyük bir parçasını da Kürtlerin cennetlerini yaratmaları için.
Bu ganimetleri felek, diğer kardeşleriyle paylaşmak ve öteki kardeşlerini de kölelikten, zulümden, kırımdan korumaları için sunmuştu. Biz ne yaptık? Bir bölümümüz, bir düşmanı kendimize dost edinip kaderimizi eline verdik, diğerlerimizde diğer düşmanı.
Rojava’da DAİŞ barbarlarına karşı savaşıpta şehid düşenimizin cenazesine gitmek isteyen ömrünü Kürt davasına adamış babanın bile gitmesine müsade etmezken, diğerlerimizde doğu Kürdistan’da her an meydanlarda asılan kardeşlerimizin doğudaki akrabalarının Süleymaniye’de protesto etmesini bile engeledik. Doğudan kaçıp da Amerika’nın özgürleştirdiği güneye sığınmış doğulu kardeşlerimizi biz Land Cruiser Monika jiplerine binerken, Hazar Gölü’nde havyarlı tatiller geçirirken, Antalya’larda, İstanbul’larda gece kulüplerinde eğlenirken 25 yıl boyunca ekmeğe muhtaç bir halde kamplarda yaşamaya mahkum ettik.
Referendum geldi, Vladivostok’tan California’ya kadar tüm kürtlere -bir yüzyıl süren cefa-kırım-sefaletten sonra – felek, yine bir altın tepsi üzerinde özgürlük ganimetini getirdi.
Bir gece içinde, daha düne kadar ”Kerkük Kürdistan’ın Kudüs’üdür, Kerkük için kanımızın son damlasına kadar savaşacağız” diyenler, özgürleştirilmiş Kerküğü özgürlüğün,başkaldırının ve yiğitliğin simgesi olan peşmerge heykeliyle birlikte bir tek kurşun bile sıkmadan düşmana teslim edip geri çekildiler.
Felek ne yapsın ?
Eminim Dr.Bedırhan Sındi bütün bunları görüp yaşamış olsaydı şiirini şöyle dizgeleyecekti :
Ey felek bo te dinalim;
Bo çi nêrgiz çilmisîn?
Ew çima bextê me ho ye?
Em ewaqa birakuj in?
Ey felek sana yalvarıyorum;
Niye nergiz soldu?
Bizim bahtımız niye böyle?
Biz niye kardeş katiliyiz ?
Leave A Comment