Nuh Ateş

Yekta Bey, cehaletime verin ama, ben bugüne dek sizin adınızı hiçbir yerde duymamıştım. Selim Çürükkaya sizden bahsetti de öyle duydum isminiziBu söyleşimizle sanıyorum pek çok okuyucumuz da sizin ilginç hayat hikayenizi severek okuyacak ve sizi daha yakından  tanıyacaktır. En başından başlayarak sizi tanıyalım istiyorum. Kimdir Yekta Uzunoğlu? Nerde doğdunuz, kaç kardeşsiniz, nasıl bir yerde büyüdünüz? 

Hayır rica ederim, duymamış-tanımamış olmanız doğal; çünkü uzun yıllar Avrupadaki Kürt diasporasından uzak kalmayı tercih ettim. Özgeçmişimin ilk bölümüne gelince; Diyarbakır-Silvan doğumlu, annesi Silvan, babası Malatyalı olan 4 çocuklu  ailenin 3. çocuğuyum. Rahmetli ağabeyim Erdinç Uzunoğlu 12 Eylül cuntasından sonra Diyarbakırdaki tutukluları savunma cesaretini kendisinde bulan ender avukatlardan biriydi. Biz dünyayı isyanla tanıdık. Silvanda çocukluğumu geçirdiğim eve çatısıyla bağlı evlerden birisi de Mehdi Zana’nın babasının eviydi.  Çocukluğum 20. yüzyıl Türkiye Kürdistan’ı tarihine “Doğu Mitingleri “ismiyle geçen isyan-haykırışla şekilendi. 


Babanızın Malatyalı olduğunu söylediniz ama siz Silvanda doğmuşsunuz? Neden annenizin memleketinde dünyaya gelmişsiniz?
 

Bizimkiler evilikten sonra Silvan’da yaşamaya karar vermişler. Malatya’yı sadece 10 yaşından sonra gittiğimiz yaz tatillerinden tanırım. Daha sonra Silvan’dan Batman’a, oradan da Diyarbakır’a yerleşip yaşadılar. Rahmetli babam bir daha Malatya’ya dönmedi. O bir Silvanlı – Batmanlı- Diyarbakırlı olamayı tercih etti. 


Siz Mehdi Zana ile
 kapı komşu muydunuz? 

Aynen, kapı komşuyduk. Silvan’da evlerin çatı katları birleşikti ve akşamları orada semaverda çay yapılır, çekirdek eşliğinde çaylar içilir, akşamüstü Kürtçe yayın yapan Erivan Radyosu dinlenilirdi. 

Yani evlerimizin duvarı aynıydı. 


İlkokuldan lise son sınıfa kadar nasıl bir öğrencilik geçirdiniz? Çal
ışkan mıydınız meselâ? Takdir, teşekkür alır mıydınız? 

İlkokulda iyi bir öğrenci olduğum söylenilir ama ortaokul ve lise dönemi, o dönemki Kürt hareketinin izlerini taşır. Okula yoğunlaştığım söylenilemez. Başkaldırılar, mitingler, istanbul Pertevniyal’den ihraç edilmem, Siverek Lisesi’ne mecburi dönüş, DDKO, gözaltılar… 

Türkiye’de başkaldıran insanın standat gençlik öyküsü yani… 


Yurtdışına çıkma fikri nasıl ortaya çıktı, neden Türkiye’den ayrılmak istediniz?
 

Türkiyeden ayrılma fikri daha lise 2. sınıftayken oluştu, yani 16 yaşındayken. Tek isteğim, köklü bir eğitim alıp halkıma daha iyi hizmet edebilmek, en kısa zamanda memlekete dönmekti. Köklü bir eğitimin TC’de mümkün olmadığı belliydi. Her yıl İnglizce hocalarım beni “sen hiçbir zaman yabancı bir lisan öğrenemezsin” diye ikmâle bırakırlardı, Tükçe hocam da Türkçe’den… 


“Sen hiç
bir zaman yabancı bir lisan öğrenemezsin” diyen öğretmeninizin birçok dil öğrenmenize etkisi olmuş mudur? 

Ben o travmayla geldim Avrupaya, yabancı bir lisanı öğrenemiyeceğim endişesiyle/ korkusuyla. 


Hangi ülkeye gitmek istiyordunuz?
 

Hep Fransa’da eğitim yapma özlemim vardı.Bunun nedenlerinden biri de Kamuran Bedirhan’ın ve akrabam olan Kendal Nezan’ın Paris’te o dönemde yaşıyor olmalarıydı. Ayrıca şu da var: Fransaya karşı bir sempati vardı o dönemin Türkiye Kürtler’i arasında, hiç değilse benim yetiştiğim çevrede.  Fransızlar Suriyedeyken Kürt kültürünün, edebiyatının, lisanının gelişmesinde önemli bir etkisi olan ülkeydi vede Sorbonne gibi dünyaca tanınmış bir üniversitede Kürdoloji kürsüsüne müsade etmiş bir ülke.  

Paris’e giderken yolum Berlin’den geçti , birkaç hafta Berlin’de kaldıktan sonra Paris’e vardım. 


Peki o yaşlarda Kamuran Bedirhan ismini nerden biliyordunuz?
 

Çocukluğumun, hatta gençliğimin bir kısmı – Ayrupa’ya çıkıncaya kadarki diliminde- Cigerxwin, Bedirhanlar, Osman Sabri ve diğer Kürt aydınlarının yazıp çizdikleri, söylediklerinin etkisindeydi. 


Kendal Nezan’la akrabalığınız nedir?
 

Annemin amcasının oğludur. 


Peki
î Kendal nasıl gitmişti Fransa’ya? 

Kendal, Türkiye devletinin resmi bursiyeri olarak gitti Fransa’ya. 


Kamuran Bedirhan’la nasıl tanıştınız?
 

Kaburan Bey’le tanıştıran Kendal oldu, ısrarıma direnmek güç olduğundan… 

İnsan yaşamında unutulması mümkün olmayan anlar vardır, Kamuran Bey’le tanışmam o anlardan, en belirginlerinden birisi. Öyle varlığınıza derin bir iz bırakanlardan. Daha 17 yaşındaydım evine ilk gittiğimizde. O küçük evdeki asâleti, kibarlığı, nezaketi, mesafeli ama yoğun sevgiyi unutmak mümkün değil. O, (Mirimiz), mutfakta hazırlanan kahveyi gidip kendi eliyle getirip o gençelere sunan Mir’di. Misafirin yaşı, mevkîsi, geldiği sosyal çevre onun için önemli değildi, önemli olan misafirin misafir oluşuydu. 

Daha ilk ziyaret sırasında bir ara gülümseyerek , Kendal’a bakıp : “Xorte delâl (tatlı delikanlı)” deyip bana hitaben “Siz Diyarbakırlılar şehrinizin karpuzu gibi olmuşsunuz, dışarısı yeşil, içi kızılsınız, sen de onlardan olmayasın” diyendi. 

 

Kamuran Ali Bedirxan


Neden öyle demişti? Diyarbakırlılarla kötü bir hatırası mı olmuştu?
 

Hayır, Kendal’i ilk tanıdğında ince – zarif yapısına bakıp “ağır başlı” geleneksel Kürt zannetmiş, daha sonra Kendal’in aşırı Troçkistliğini öğrenip-yaşayınca, yaşadığını Diyarbakır karpuzuyla mizahlaştırmıştı. 


Nasıl biriydi Kamuran Bedirhan?
 

Rahmeti Kamuran Bey benim yaşamımda tanıdığım en kibar, en nazik, en hassas ve tüm acı dolu yaşamına rağmen yaşama zevkini varlığında taşıyan ve yaşatan bir Kürt’tü. 

Her seferinde kahveyle birlikte Wiski veya konyak alıp almayacağımızı soran ve her seferinde o genç misafirlerine kahveyi ısrarla kendi eliyle getiren Mirimizdi. 

Çekoslovakya’ya geldikten sonra da, iki yıl dışında, her yıl ben Paris’e giderdim ve gittiğimde de mutlaka Kamuran Bey’i ziyaret ederdim. Yılda bir kez de Kendal beni ziyarete gelirdi. 


Siz Paris’e gittiğinizde Kendal’in evine mi yerleştiniz yoksa ayrı bir ev mi tuttunuz?
 

Hayır, Kendal zaten Parise 30 km uzklıktaki bir kampüste kalıyordu. 

Ben Paris’e gittikten birkaç gün sonra Mir’in tasviyesine uyup iyi Fransızca öğrenebilmek için Fransa’nın Tours isimli , “Fransa’nın Bahçesi” diye tanımlanan şehre gittim, Balzac, Descartes’in şehrine! 

Ama beni Tours’a götürüp kayıdı yaptıran, ev bulan vs. Kendal oldu. 

 

Yekta Uzunoğlu, Kendal Nezan ile


Bugün Kendal Nezan Avrupadaki Kürt diasporasında adı bilinen biri ve gerek eğitimiyle gerekse de eski Fransa Cumhurbaşkanı Mitherand’la, özellikle de Daniela Mıtherand’la olan yakınlığıyla Kürt siyasetinin Fransa’da 
kendine alan açmasında etkisi olan biridir dersem sanırım abartmış olmam. Ne dersiniz? 

Doğrudur AMA , Kendal’e en büyük sermayeyi bırakan Kamuran Bey oldu. Yani Kendal kariyerini Kamuran Bey’in ona açtığı kapılara ve vefatından sonra bıraktığı servete borçludur.  

Kendal’i elinden tutup Fransız entel camiasına sokan ilk isim Kamuran Bey’dir; diğer ikisi de Kamuran Bey’in öğrencileri. 

Joce Blau Kamuran Bey’in öğrencisiydi. 

Jose Bertolino yine öyle. Jan Bertolino da Jose’nin eşiydi. 

Gerard Chaliand Kendal’a kitap yazmasından Daniela’ya kadar yolu açan şahıstır -ki Kamuran Bey’in öğrencisidir- yani Kürtçe ve Kürt sorununu Kamuran Bey’den öğrenen kişi. 


Kamuran Bey’in öğrencisiydiler derken… Kamuran Bey’den ne eğitimi aldılar?
 

Kürdoloji eğitimi. 

Joyce Blau on yıllarca Paris Kürt Enstitüsü’nün yönetim kurulu başkan yardımcısı ve Kamuran Bey’den sonra Sorbonne’da Kürdoloji Kürsüsü’nü yöneten bayan. 

 
Paris Kürt Enstitüsü dediniz de.. Hazır laf açılmışken sormak istiyorum: Kürt Enstitüsünü Paris’te açmak fikri nerden çıkmıştı, nasıl kuruldu? 

Paris Kürt Enstütüsü fikri ya da bir Kürt Enstitü’sü kurma fikri Mir Kamuran Bedirhan’ındı. Bu kurumun kuruluşu için Fransız makamlarına ilk başvuru yapıldığında biz 3 kişiydik, Kendal Nezan, ressam Remzi Raşa ve ben. 

Kurum “kağıt üzerinde” resmi makamlara kabul ettirilip, Fransız Kültür Bakanlığı’ndan maddi destek sözü alındıktan sonra bu projenin varlığını yakın dost çevresine duyurduk ve katılımlarını sağladık. Ki bu hukûki ve mâlî ilk aşama birkaç ay sürdü. 

İlk çalışmalar Miterand’ın Cumhurbaşkanı seçilişinden, hele hele Jack Lang’ın Kültür Bakanı oluşuyla 1982 yılında başladı, Şubat 1983’te de resmi açılışı yapıldı. 

Başlangıçla resmi açılışı bir yıl gibi bir süre aldı. 

Mir Kamuran Bey’in ve değerli ailesinin onyıllarca tahmini zor bir eforla inşaa ettiği Fransız-Kürt dostluğunun mirası üzerinden kuruldu Paris Kürt Enstitüsü. Ama neyazık ki Mir Kamuran bu dünyadaki son haftalarını yattığı hastahanede kimsesiz, yalnız bırakılmış bir halde, ızdırap içinde geçirirken, sürüklendiği dayanılmaz yanlızlık acısıyla bedenini de “bilime adayarak” aramızdan ayrıldı. O’nun yaşamının o ızdırap dolu günlerinde elini tutmak için vakit ayırmayanlar, o bizi terk ettikten sonra bıraktığı tüm mirasının üzerine oturup onun ismini bile anmadan tüm bir hayatı artık “kaygısız” yaşayabilecekleri sermayeye dönüştürdüler. 

 

Yekta Uzunoğlu Paris Kürt Enstitüsü kuruluşunda – Kendal Nezan  ile 1983

 
Sözleriniz sitem yüklü..Kamuran Bey’e haksızlık yapanlar, O’nun bıraktığı mirasın üzerine oturanlar Paris Kürt Enstitüsünü kuranlar mıdır? 

Sitem değil, şimdiye kadar hiç konuşulmayan insanlık hukukunda yeri olmayan bir trajedinin nihayet ifade edilişi. 

Geçen yıl Basnews’e werdiğim bir röpörtajımda da dile getirdiğim gibi, nihayet Kürtler kendi yakın geçmişleriyle cesurca yüzleşmeli ve bu yüzleşmeyle bedenlerini kemiren hastalıklardan kendilerini âzâde etmek zorundalar. 

Tüm toplumların uluslaşma sürecinde aynı süreç yaşanmıştır. 


Kamuran Bedirhan’ın vücudu
 ölümünden sonra kadavra olarak mı kullanıldı? 

Mir Kamuran Bedirhan artık yaşlanmıştı ve çocuğu da yoktu, Kendal’de kendi manevi varisini arar gibiydi. Nihayetinde Kendal da Bakurluydu (Kuzeyli) ve aynı lehçeyi konuşuyorlardı Mir’le. Mir, Kendal’e, Paris entelektüel caimasının kapılarını sonuna kadar açtı ve elinden tutarak o camiaya girmesini sağlayan kişi oldu. Ama hastalağında hastalığıyla tek başına bırakılan da o oldu. “Manevi” varisi onun ölüm döşeğinde ne elini tuttu ne de sahiplendi. Mir can verireken, yaşadığı hayal kırıklığının acılarıyla bedenini kadavraya “hibe” etme çaresizliğinin içine düşürülmüştü. Mirimiz manen yok olmaya mahkum edilmişti, onun elinden tutup yükselttiği kişilerce. 


Çekoslovakya’ya neden gittiniz diye soracağım ama öncesinde bize biraz Fransa’da geçirdiğiniz ilk 
zamanlarınızdan bahsedebilir misiniz? Nasıl geçti ilk dönem, ne gibi sorunlarla uğraştınız? 

Öncelikle Mir Kamuran Bey’in tavsiyesine uyarak Fransızca’nın en iyi konuşulduğu ve öğretildiği Tours şehrine Kendal’le beraber gittik; kendisi kayıdımın yapılmasında, ev temininde yardımcı oldu. O dönemde daha ailem bana Türkiye’den maddi destekte (yaslar el veriyordu) bulunabiliyordu. 12 Mart 1971 cuntasından sonra bu yasal yol, döviz yasasında yapılan değişiklikle, artık ortadan kalktı. 

 Kendal de bana maddi yardımda bulunamayacağını, Fransa’da bir burs temininde bir şey yapamayacağını zaten daha Fransa’ya varmadan söylemişti. 12 Mart cuntasından  sonra Tours şehrinin sebze/meyve halinde sabahları saat 4 ile 8 arası çalışmaya başladım. Lisan okulum da saat 9’da başlıyordu. O dönemde tüm Fransa’da 4 Türkiye kökenli Kürt öğrencisiydik: Kendal, Zülküf Güneli, ben ve bize yaklaşmaktan korkan ama 1984’te Kürt Enstitüsü yönetimine alınan Şeyhmus. Irak kürtlerinden de iki kişi vardı, Yusuf ve Rıfat. Irak Kürtleri Bağdat hükmeti ile 1970’te otonomi sözleşmesini imzalamışlardı ve ilk kez 1971 yılında Paris’te Newroz kutlandı. Kutlama sırasında durumumu Mir Kamuran’a anlattım ve akabinde de gerekli evraklarımı kendisine gönderdim. Yardım edeceğinden emindim çünkü o bizim asil Mirimizdi. Fransa’da burs bulacağı ümidindeydim; olmadı. Onun yerine dört Sosyalist ülkede ve de İsveç’te burs bulduğunu söyledi bana bir ziyaretim sırasında. Ben Çekoslovakya’yı seçtim. Çekoslovakya’ya gidecek yol param yoktu ama Mir Bedirhan’dan bir de yol parası isteyemezdim herhalde, akrabam Kendal varken, yol parası verecek durumdayken… Halde kazadığım parayı lisan okulu ve geçim için harcamıştım. Lisan okulunda Uğur Mumcu’nun sınıf arkadaşı çok değerli bir Türk vardı, devlet bursiyeri olarak doktora yapmak için orda lisan öğreniyordu. Nereye gideceğimi söylemeden bana, bir gün ödenmek üzere borç para vermesini istedim, verdi. O kişi Atilla Keskin’di. Doktor olup Fransa’ya geri döndükten sonra aylarca Attila’yı aramış, kaldığı Aix en Provence şehrinde bulmuş ve göz göze geldiğimizde “ O şartlarda kendisine komünist  Çekoslovakya’ya gideceğimi söyleyemediğimi ama gidebilmek için kendisinden aldığım borcumu ödemek için geldiğimi” söylediğimde, ikimizin de gözleri dolmuş ve kucaklaşmıştık. 

 

Gittiniz Prag’a. Pekiî Prag’da nasıl bir süreç işledi? Tıp Fakültesini okumuşsunuz orda… 

Prag Garı’nda trenden indiğimde daha önce hiç tanımadığım, yakın geçmişe kadar Irak’ın Avusturya Büyükelçiliğini yapan Tarıq Aqrawi kardeşim beni bekliyordu. 

Tüm sorunlarımla ilgilendi: oturumumu aldı, lisan okuluna kaydımı yaptırdı, param olmadığı için burs kurumunun hemen bana ödeme yapmasını vs. vs sağladı, günlerce tüm vaktini bana ayırarak. 10 gün sağlık karantinasında kaldıktan sonra orta Avrupa’nın en ünlü, yazarların, şairlerin, müzisyen ve kralların  kaplıca kenti olan Marienbad’a götürüldüm ve orada Çekçe’yi öğrenmeye başladım. 9 ay sonra da Çarls Üniversitesi’nin giriş imtihanlarına katıldım ve mucize dir ki kazandım. Akabinde 6 yıl süren Çarls Üniversitesindeki tıp eğitimi ….  

Üniversitenin dışında da Irak-Suriye-İran Kürt öğrencilerinden oluşan Çekoslovakya Kürt Öğrenci Birliği’ndeki yaşam ve Dr. Abdurrahman Kasımlo ile tanışma. 

Abdurrahman Kasemlo ile nasıl kontağa gectiniz? Kasımlo Prag’da ne yapıyordu?
 

Çekoslokya’da o dönemde biz Bakurlu 3 Kürttük: Çekya da Ben, Mirhem Yiğit ve Slovakya’da da Memet Çarli. Mirhem Yiğit kısa bir süre sonra Çekoslovakya’yı terk edip İsveç’e yerleşti. Ama o dönemde Kürdistanlılık ruhu hakimdi Avrupa Kürt Öğrenci Birliği’nde , Bakur kökenli öğrenci sayısı bu Kürdistani örgütte çok azdı. Kendal gibiler TC bursiyeri olduklarından bu kurumun faliyetlerinden TC den aldıkları bursu kayıp etmemek için uzak dururlardı. O dönemde Avrupadaki en güçlü Kürdistani örgüt oydu. O örgütteki Rojhılarlı arkadaşlardan Dr.Kasımlo’nun Prag’da olduğunu öğrendim. Çok garip bir tesadüftür ki evi benim kaldığım öğrenci yurdundan birkaç yüz metre uzaklıktaydı. Öyle olduğundan da hem kendisi ve hemde ailesiyle sık sık görüşme imkânım doğmuştu.  

 

Abdurrahman Kasemlo

 

Siz bir de Başkent Prag’da İsveç Büyükelçiliği’ni basıp bir anda ülkenin hatta dünyanın gündemine oturmuşsunuz. Ne zaman ve nasıl oldu bu olay? Niçin böyle bir eyleme başvurdunuz? 

Prag’da İsveç Büyükelçiliğini işgal edip açlık grevini başlatmamın nedeni şuydu (yıl 1975): 

O yıllarda Çarls Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne girebilmiş tek Kürt öğrenciydim ve öğrenciliğimde başarılı olduğum söyleniliyordu. Ama bu kendimi Kürdistan’ın diğer bölgelerinden gelmiş arkadaşlarımın sorunlarından soyutlamam anlamına hiçbir zaman gelemezdi. 11 Mart 1970’te rahmetli Barzani, Bağdat hükümetiyle otonomi sözleşmesini imzalamıştı ve bu sözleşme 4 yıl geçerliydi. 4 yıl sonra daha kapsamlı bir sözleşme imzalanacaktı ama bu 4 yıl içinde Sadam Hüseyin daha da güçlenmiş ve Kürtlere verilmiş otonomiyi geri almak istemiş ve onun üzerine yine Kürt hareketiyle Irak merkezi hükmeti arasında savaş başlamıştı. O yıllarda Çekoslovakya Irak’ta ticari-sanayi alanında en faal ülkeydi. Petrokimyadan ( en büyük petrol rafinelerinden) barajlara kadar tüm tesislerin inşaatını Çekoslovakya üstlenmişti. Bağdat hükmeti de bu ticari yakınlığı arkasına alarak Çekoslovakya’dan ülkede eğitim gören ıraklı Kürt öğrencilerin Irak’a göndermelerini, yani kendilerine iade etmesini talep etmişti, ki Çekoslovakya hükmeti ülkesinde yaşayan ırak kökenli Kürt öğrencileri hiçbir hukuki neden olmadan tutuklayıp uçakla Bağdat’a gönderiyor ve Bağdat’ta bu insanlar hemen kısa bir süre sonra idam ediliyorlardı. Kürt öğrenciler olarak Çekoslovakya’dan bunu yapmamasını istedik. Bakanlıklara, Çekoslovakya Komünist Parisi polit bürosuna kadar gittik, nafile… Yine bir gece bir arkadaşımızın yakalandığını duyunca ben ve Haci Ahmedi ( PJAK’ın geçen seneye kadarki başkanı) Kürt öğrencileri toplayıp İsveç’in Prag Büyükelçiliği’ni işgal ettik ve hemen açlık orucuna başladık. Sadece ben ve Haci yabancı dil bildiğimizden hem büyük elçilik personelinin ve hem de telefonla bağlantı kurduğumuz batı dünyasındaki gazetecilerin muhatabıydık. Bu eylem komünizm tarihinde, komünist bir ülkede bu boyuttaki gerçekleşen ilk ve son eylemdir. Birkaç saat içinde tüm dünya bizi konuşur oldu, Japonyadan Brazilya ya kadar…. Dünyadaki yankısı o kadar büyük olmalı ki Çekoslovakya hükmeti bizimle uzlaşma yolunu seçti ve tutuklanan arkadaşımız serbest bırakıldı. Bize Isveç Büyükelçisinin de huzurunda “artık hiçbir Kürt öğrencisinin Irak’a gönderilmeyeceği” sözü verildi. Biz de zırhlı araçlarla sarılmış Büyükelçiliği terk ettik. 


Kaç kişiyle eylemi gerçekleştirdiniz?
 

Eyleme 25 civarında öğrenci katılmıştık. Bu sayının dışında “yetişemedik”, “yolda gelirken bizi polis çevirdi”, diyenler olduğu gibi yıllar sonra “korktuk, gelemedik” şeklinde açıkça itirafta bulunanlar da oldu. Gelmeyenlerden “yolda bizi polis çevirdi” diyenlerde de komünizm yıkılıpta istihbaratın gizli arşivleri ifşa edildikten sonra o dönemin komünist istihbaratına çalıştıkları ortaya çıktı ve o kişiler hâlâ Çekya’da yaşıyorlar ve büyük bir ihtimalle bu kez de yeni güvenlik güçlerine hizmet veriyorlar. Mesela benim dinlenen telefon görüşmelerimi Çekçeye çevirerek de… 

 

Konsolosluk baskınından sonra Çekler sizi sınırdışı etmeye kalkmadı mı? 

O olaydan sonra gerçi Çekoslovakya’dan atılmadık ama kısa izahı mümkün olmayan acı ve cefa dolu bir dönem başladı hepimiz için. Tek suçumuz, eğitimini yapmak isteyen ama kanlı bir diktatörün ölümlerini arzuladığı soydaşlarımızı yalnız bırakmamış olmaktı; buydu af edilmeyen suçumuz. 

 

Okul ne oldu bu olaydan sonra, devam edebildiniz mi? 

Baskılara dayanamayıp ülkeyi terk eden arkadaşlarımız oldu ama ben tüm baskılara rağmen üniversitedeki onurlu hocalarımın da desteği sayesinde 1979 yılında diploma aldıktan kısa bir süre sonra sınırdışı edildim, çocuğum ve annesi Çekoslovakya’da alıkonularak. 

 

 

Evlenmiş miydiniz Prag’da okurken? 

Çocuğumuz olmasına rağmen evli değildik. Çünkü Çekoslovakya kurumları evlenmemize izin vermediler. 


Evlenmek istediniz ama izin vermediler ve siz buna rağmen çocuk yaptınız. Neden izin vermiyorlardı, sakıncası neydi ki bunun?
 

Çok güzel bir soru. O Komünizmde ya da totaliter rejimlerde çoğu kez mantık destekli NEDEN sorusunun yanıtı yoktur. 


Çocuklarınızın annesi Çek miydi?
 

Alman asıllı Çek vatandaşıydı. 


Sınırdışı edildikten sonra Fransa’ya döndünüz. Orda nasıl bir ortam bekliyordu sizi, neler yaptınız?
 

Paris’e gittim ve orada Kendalin önceki yılarda tanıştırdığı Fransız dostların yardımıyla Fransız hükümetinden Paris’in Pasteur Enstitüsü’nde araştırma ve diğer bir hastahanede de ihtisas için 5 yıllık bir burs aldım. 

Aynı yılın, yani 79’un Kasım ayında Prof. Mönsch, Dr. Hasami ile birlikte Cenevre’ye giderek Uluslararası Kızılhaç örgütünden Kürt Kızıl Güneşi’ni üye olarak kabul etmeleri talebinde bulunduk. Prof. Mönsch hukukçuydu. (Çarls Üniversitesinin 6. sınıfındayken Zozan Bucak, eşi Prof. Mönsch ve ulaşabildiğim diğer birkaç Kürt doktoruyla Kürt Kızıl Güneşi’ni kurmuştuk)  

Kızılhaç bizden Kürdistan’da da üyelerimizin olduğunu kanıtlamamızı bizden talep etti. Bu talebin de etkisiyle 1979 yılı Aralık ayında 9 yıl aradan sonra sahte bir pasaportla Türkiye’ye gittim. 

 

Prof. Roland Mensch ile Uluslararası Kızıl-haç Merkezinin önünde Cenevre, 1979


Yani Kürt Kızıl Güneşi projesini hayata geçirmek için yıllar sonra Türkiye’ye gittiniz? 
 

Evet. İlk ziyaret ettiğim kişilerden biri Dr. Kemal Parlak’tı. Ben Siverek Lisesi’ndeyken beraber bildiri (o daha yeni doktor olmuştu) dağıtıp da göz altına alındığımız ağabeyimizdi Kemal Parlak. Kürt Kızıl Güneşi projesini kendisine tanıttım ve üye sağlanmasını kendisinden rica ettim.  

Tükiyede iki hafta kaldıktan sonra Kek Mehdi Zana ve tanıştırdığı Medeni Ferho’nun ve rahmetli ağabeyimin yardımıyla Türkiye’yi terk edebildim. 

Türkiye’yi terk edip tekrar Fransa’ya mı döndünüz? 

Evet. Geri döndüğüm Paris’te daha yeni kurulmak üzere olan “Sınır Tanımayan Doktorlar”la tanıştım ve yine o dönemde Paris’te araştırmada olan tıp doktoru, atom fiziği alimi, Prag’tan arkadaşım Vladimir Stich’le İran Kürdistanı’na gitmeyi, orada sahra hastahaneleri kurarak Sınır Tanımayan Doktorlar’dan arkadaşların gelip yardım edebilecekleri altyapıyı oluşturmayı istedik. Ben Fransız hükümetine bir mektup yazarak, bana sağladıkları imkânlarda ötürü teşekkür edip bursu iade ettim ve halkım savaş içindeyken benim Paris’te kalmamın vicdanen mümkün olmadığını yazarak Kürdistan’a gitme hazırlıklarına başladım.  

Sınır Tanımayan Doktor arkadaşlardan Kürdistan’da altyapı oluşturulduktan sonra katılım sözü almıştım. Sırada Avrupadaki Kürt doktorları vardı. Dr.Kasımlo’nun eşiyle beraber Avrupadaki Kürt doktorlarıyla Almanya’nın Essen kentinde büyük katılımlı bir toplantı yaptık ve hepsi bize Kürdistan’da altyapıyı kurmam halinde 4 ile 6 hafta arası değişimle gelip yardım edecekleri konusunda söz verdiler. Sınır Tanımayan Doktor’lardan tek farkları oldu: Sınır Tanımayan Doktorlar sözlerinde durdular, ben Kürdistanda altyapıyı kurduktan sonra değişimli sürekli doktor gönderdiler, ama Kürt doktorlarından bir tanesi bile katılmadı, gelmedi, rahmetli Dr. Qasemlo nun yakın akrabası Dr. Hasan Şatavi de dahil, ne gelen nede ilaç yardımı yapan olmadı kürt doktorları arasında. 


Paris’te kalmamın vicdanen mümkün olmadığını düşünerek İran Kürdistanı’na gitmeye karar verdiniz. Neler yaşadınız oraya gidince?
 

Tahran’a vardığımda beni rahmetli şehid Dr.Şerefkendi karşıladı. Mahabad’a ulaşmamı sağladı. 21 Mart 1980’de arkadaşım Dr.Ing. Vladimir Stich’le Mahabad’ta buluştuk. Dr.Kasımlo da gelişimizi bildiğinden dağdan gizlice Mahabad’a girebilmiş ve bizi beklediği bir evde buluşmuştuk. Dr.Kasımlo her zamanki güleryüzlü liderdi ve Çekçe “Ahoy”la karşıladı, yani “merhaba”.  

O günlerde peşmergeler Sanandaç’ta savaşıyordu. Hemen oraya geçtik, daha sonra Baneh savaşına, oradan da Şıkak bölgesine yani Türkiye- Iran sınırına. Vladimir dönmek zorunda kaldı. Ben Şıkak bölgesinde kalarak sahara hastahanesini kurdum ve akabinde Fransız Sınır Tanımaz Doktorlarımız gelmeye başladı. Bu 12 Eylül 1980’e kadar devam etti. Türkiye’ye cunta geldikten sonra iki fransız doktor arkadaşımız Van’da tutuklanınca, Türkiye’den geçerek İran’a varmanın arkadaşlarımız için artık mümkün olmadığı anlaşıldı. 

İlaç ve doktor arkadaşların bana varması mümkün olmayınca artık Şıkak bölgesinde kalmanın anlamı yoktu. Mahabad yakınlarındaki Dr.Kasımlo’nun kaldığı dağlardaki mağaralara  doğru atla yola çıktım, bir hafta sonra vardık. Orda da sağlık açısından durum iyi değildi, ilaç uzman sıkıntısı vardı. 

Özetle anlatılması zor yollar ve engellerin insafsız dişleri arasından geçerek Ürdün’e, oradan da Şam’a ve Şam’dan Avrupaya vardım.  Gelişimin tek nedeni Fransız doktor arkadaşlarla uzman doktor ve ilaç transferini organize etmekti. Türkiye yolu cuntayla beraber artık kapanmıştı, acilen cerah ve cerahi sahara hastahanesi-ameliyathanesi cihazları temini gerekiyordu. 


Ne kadar kalmıştınız orda?
 

9 ay. 


Oradaki çatışmalar sonradan nasıl neticelendi?
 

Daha ben Irandayken Irak-İran savaşı patlak verdi. 

Ve savaşın başlamasıyla Irak, İran Kürtleri’ne daha cömertçe silah vermeye başladı. Savaş Dr. Kasımlo’nun 13 Temmuz 1989’da Viyana’da İranlılar tarafından katl edilmesine kadar da sürdü.  

Ama ben bir daha İran’a dönemedim. Mutlak dönmek için Parise gelmeme rağmen  .Geridönme yolunun kapanmasında  Kendal önemli faktörlerden –sebeplerden birisiydi. 

 

Siz Dr. Kasımlo’yu yakından tanıma fırsatını bulmuş bir insansınız. Nasıl bir insandı Kasımlo? Paris’te üniversitede Hocaydı ve Kürsüsünü bırakarak cepheye mi gitti? 

Dr.Kasemlu Cepheye Paris Sorbonne üniversitesindeki kürsüsünü bırakarak gitti. 

Yaşamım boyunca tanıma şansına sahip olduğum tüm siyasi liderler içinde en yüzü güleniydi. Çok genç yaşında Avrupaya eğitim için gelmiş, çok seçkin şartlarda eğitim görmüş ve hayatının büyük bir bölümünü Prag gibi bir şehirde geçirmesine rağmen inanılmaz kısa bir zaman diliminde dağ sığınaklarında yaşamak zorunda kalmış, ama o gaddar şartlarda bile hiçbir zaman tebesümünü, gülüşünü, inanılmaz esprisini bir an için bile terk etmemiş bir şahsiyetti. 


Siz onunla Kürtçe mi yoksa Çekçe mi konuşurdunuz?
 

Kimse olmadığında Kürtçe , onun dışında hep Çekçe konuşurduk. 

Kasımlo bölgesi Kurmançcayla Soranice arsında iran Kürdistanı’nda sınır oluşturur ondan ötürü de rahmetli hem Kurmançcayı ve hem de Soranice’yi mükemel konuşurdu. 

İki lehçeyi de o mükemelikle konuşan ve yazan tek Kürt lideriydi. 


Dr. Kasımlo ve Kamuran Bedirhan. İki tarihi şahsiyet ve ikisi de Pariste kaldılar, orada yaşadılar. Yolları kesişti mi, kontakları oldu mu orada?
 

İkisi ayrı dönemlerde Pariste oldular. Mir Kamuran Bedirhan 1977’de vefat etti, Dr. Kasımlo Paris’e 1978’de geldi. 

Tanışıyorlardı ama aynı dönemde Paris’te olmadılar. 


“Paris bizim toprakların sürgün başkentidir…” diye yazmıştı Soner Yalçın, Kamuran Bedirhan’dan bahsettiği bir yazısında. Şöyle bakınca, gerçekten de pek çok siyasinin demir attığı yer oluyor Paris. Bu bir tesadüf mü?
 

Hayır tesadüf değil, Kürt siyasi şahsiyetlerine “Paris Yolunu” açan Bedirhan ailesi oldu. Diğerleri için zemin oluşturdular ve ismi anılmayan onlarca siyasiye Bedirhanlar’ın sayesinde Paris ev sahipliği yaptı. Sayın Dr.Tarık Ziya Ekinci de dahil.  


Gerek Kamuran Bedirhan, gerekse de Dr. Kasımlo, ikisi de çok sağlam batılı eğitim almışlar. Kariyerli insanlar. Merak ediyorum, aynı zamanda gelenekçiler miydi bu insanlar? 
Mesela kendinden küçükler onların ellerini öpmek istediklerinde el öptürürler miydi? 

Kesinlikle el öptürme denen bir olayla karşılaşmadım. İkisi de Kürt geleneğinden gelen güçlü şahsiyetler olduklarından, gençleri birer şahsiyet olarak algılar ve şahsen genç misafirlerine misafirperverlik eder, kahvesini de , konyaklarını da kendi elleriyle getirirlerdi. Onları Kürt şahsiyeti yapan etkenlerden birisi de karşısındakini İNSAN olarak algılayıp İNSAN gibi davranmalarıydı. Yaşına, cinsiyetine , mal varlığına, eğitim sevyesine bakmadan.