Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nın Washington’a yaptığı ziyaret, Fransız psikolog Emile Boirac’un deforme ederek psikolojiye adapte ettiği anlamdaki “dejavu” ile değil, tiyatro eleştirisi sanatındaki anlamda “déjàvu” kavramı ile izah edilebilir.
Şöyle ki; Tüm sosyal veya siyasi hareketlerde olduğu gibi mutlaka bu ziyaret de pek bir değeri olmayan detaylar farklılık taşıyabilir. Görüşmede taraflar, siyaset sanatının kıvraklığıyla farklı donatılmış, dijitalvirtual çağın renkli kostüm ve maskeleriyle zenginleştirilmiş, farklılaştırma gayretine girmiş, ancak esas hatlarda daha önce farklı aktörlerle de denenmiş senaryonun can sıkıcı tekrarının bütün özeliklerini sergilemiştir.
Kısa hatlarıyla: 2011 yılında Türkiye’nin Suriye’ye dikte ettirmek istediği konseptin esası Katar doğal gazının borularla Suriye üzerinden Türkiye gaz hattına bağlanmasıydı. Bu proje gerçekleşseydi Rusya, İran ve Kürdistan’dan bağlanacak doğal gaz boru hatlarıyla Türkiye kendi fosil enerji kaynakları olmamasına veya çok az olmasına rağmen enerji de dünyanın en stratejik ülkesi olacaktı.
Türkiye’nin bu konsepti tepkiyle karşılanınca Erdoğan da Cuma namazını Şam’da kılmak üzere düğmeye bastı.
Sonuç; 7 milyondan fazla göçmen, yüzbinlerce ölü, tarihi zenginlikleri yağmalanmış, binlerce ton kimyasal madde kullanılması suretiyle toprağı zehirlenmiş, tümüyle, her alanda tahribe uğramış bir ülke, savaş ve insanlık suçları işleyenlerin mağdurları olmuş değişik halk ve etnisitelerden milyonlarca insan. Bu ülke sınırları içindeki topraktan şimdilik Türkiye’ye kalmasına müsaade edilmiş sadece 20 km bir alan…
Öte yandan Katar gibi “zengin” ama küçük bir ülkenin bu “projeye” ya da çılgınlığa finans sağlamasının temelinde Türkiye’ninkinde olduğu gibi salt ekonomik nedenler yatıyordu. Katar “göz kamaştıran” zenginliğini doğal gaza borçlu olan bir ülke. Doğal gazın satılabilmesi için öncelikle eksi 125 dereceye düşürerek dondurması lazım. Bu işlem de enerji ve finans açısından oldukça pahalı bir süreç.
Obama’ya söz dinletemeyen Amerikan sermayesinin bir kesiminin petrol fiyatlarını enerji uzmanlarını bile şoke edecek şekilde varilini 50 USD altına çekmesinden sonra hem Katar’a ve hem de Suudi Arabistan’a harcamalarında gerekli kısıtlamayı yapmamaları halinde 5 yıl içinde devlet olarak iflasın ışığı görünmeye başlamıştı. Bu gelişmelerin ardından Katar ve Sudi Arabistan’ın Türkiye’nin çılgın projesine destekleri sınır tanımaz oldu.
Obama’nın enerji alanında stratejik olan bu bölgeye dair bir konsepte sahip olmaması, Amerika’da kimi çevrelerin kendi planlarını (olayların ortak özelliklerini içine alan ve onları bir ortak ad altında toplayan genel tasarım) oluşturup Obama’ya rağmen harekete geçmeye başlamasına neden oldu. Bu yeni konsepte Katar-Türkiye doğal gaz hattına yer yoktu ve Suudi Arabistan-Türkiye petrol boru hattına da.
Amerika’nın sorumluluk taşıyan strateji uzmanları açısından bu planın bir diğer nedeni de 11 Eylül saldırısı ve hatta biraz daha öncesine kadar gidiyordu. Sermayenin çılgınlaştırdığı Batı medeniyetinin Avrupa’sını, Türkiye ile Amerika’sını da sermaye ve terörle esir almak isteyen Arap sermayesini durdurma planı Obama’ya rağmen üretildi ve yaşama sokuldu.
Bu başlangıçta tinanik sendromunun özeliklerini taşıyan projenin Ortadoğu kısmında Türkiye, Katar ve Suudi Arabistanı rahatlatacak, saldırganlıklarına, şantajlarına koz verecekti. Ancak boru hatları projesine tabi ki yer yoktu bu planda.
Buna alternatif olarak bölgede İsrail’in yanında güvenilir ve mert bir halk olarak Kürdler geleceğin istikrarı, dengeleyici ikinci ana direği olarak yeniden keşfedildiler.
Bu ikinci sabit dengeleyici sütununun ayakta durabilmesi için maddi açıdan Türkiye’den bağımsızlığı temel ihtiyaçtı. Bu kapsamda tarihte farklı yollarla Akdeniz’e açılması öngörülen Kürdistan fosil (petrol+gaz+kömür) enerji kaynaklarının II. Dünya Savaşı sonrası üretilen ama uygulamaya geçirilmeyen güzergah değiştirilerek Rojava üzerinden Akdeniz’e ulaştırılması planlandı.
Bu proje kapsamında Rojava kantonlarının birleştirilmesi ve Afrin’den sonra Akdeniz’e ulaşılması için geriye kalan 6 bin 70 km şerit için sahada, sahayla sorumlu kişilerin çözümüne bırakıldı.
Erdoğan’ın bu planı bozmayı amaçlayan ABD ziyareti başlarken, yani uçağı Washington’a indiği saatlerde, ABD’nin IŞİD’le Mücadelede Özel Temsilcisi olan Brett McGurk da yine daha önce bir kaç kez benzeri anlarda sahneye çıktığı gibi ama bu kez daha büyük bir ekiple hem de Pentagon’un uçağıyla doğrudan Rojava’ya inerek kameralar karşısına çıktı.
Aynı McGurk, Başkan Yardımcısı Jo Bieden İstanbul’a Erdoğan’ın ağzına bal sürmek için geldiğinde de Kobanê’de kameralar karşısındaydı, Salih Müslim’le Erbil’de Barzani’yi bir araya getirdiğinde de.
ABD’nin stratejisinin Türkiye engeli olmadan hayata geçmesi için açıktan destek ihtiyacını görmüş olacak ki Erdoğan’ın Beyaz Sarayı 20 dakikalık ziyareti öncesi her zaman tüm eleştirilere rağmen Erdoğan’ın eline su dökmesiyle bilinen Angela Merkel de tarzına uymayan, Erdoğan yönetimini hedef alan sert bir açıklama yaptı. Başını çektiği AB’yle Trump’a “yanındayız” dercesine…
Aksaray’ın Reisi Kürdleri karşısına aldığı sürece, “Les jeux sont faits in” Sartre’ın kullandığı anlamda değil, Monte Carlo kumarbazlarının jargonundaki anlamıyla “oyun bitti” olduğunu anlamalı. Aynı oyun son iki yıl içinde o kadar tekrar edildi ki artık izlemek bile “dejavu’nun” getirdiği can sıkıcılıkla donanmış. Evet, les jeux sont faits Monsieur!!!
Leave A Comment