Avrupa, Demokrasinin Alma Mater’i olarak algılanır ve dünyaya böyle sunulur; demokrasinin bu ana vatanında. Ama bir Kürt suçlandığı zaman, gözaltına alındığında veya tutuklandığında ya da bir Kürt örgütü veya örgütleri yasaklandığında, Kürtlere acı çektirmek pahasına kapalı kapılar arkasında Kürtlerin acısı üzerine ticaretin olması kural olmuştur demokrasinin ana vatanı Avrupa’da; Kürtlere işkenceli fatura çıkarma kuralı.
18 Eylül 2005’te Almanya’da federal seçimler yapılmadan önce, Şansölye Schröder gelecek dönem için de adaydı, yenilgiden korkuyordu ve Almanya’da yaşayan çifte vatandaşlı ‘’Türklerin’’ oylarına ihtiyacı vardı.
Almanya’nın Frankfurt kentinde, Avrupa’da yaşayan Türkler için onlarca yıldır günlük çıkan bir gazete ve bu gazetenin sahibi çok tartışmalı Aydın Doğan’dı. O ünlü pragmatik sosyalistimiz Schröder Aydın Doğan’la tanıştı, buluştu… Peki ya sonra? Akabindeki Aydın Doğan’ın gazetesinin sayfalarında Schröder’e desteğinin koşulları nelerdi? Görüşmelerin içeriğini tam olarak bilmiyoruz, ancak Gerhard Schröder liderliğindeki o günlerdeki Alman hükümetinin, Alman hukuku çerçevesinde kurulmuş bazı Kürt gazetelerini, örgütlerini, derneklerini bu görüşmeden sonra yasakladığını iyi hatırlıyoruz.
Avrupa medeniyetinin en büyük ülkesinde, Almanya şansölyesinin yaptığı Türk pazarında Alver yapmanın kötü bir kopyasıydı. Ancak Schröderi Kürtlerin acıları üstüne yaptığı bu Türkvari ticareti bile kurtaramadı. Schröder buna rağmen seçimleri kaybetti ve “pragmatist” olarak Moskova’ya gitti; Putin’e ekonomik bir danışman olarak görev üstlendiği iddia edildi (siyasi danışmanlıkta mı vardı acaba işin içinde?) Bazı bilgilere göre ekmeğini yediğine her konuda hizmet, onun pragmatizminin bir parçasıydı. Tabi Rus Gazpromun danışmalığında. Onun seçimlerde yenilgisinden sonra Alman mahkemeleri, Almanya’da faaliyet gösteren Kürt gazeteleri ve derneklerine düşen Schröder hükümetinin uyguladığı yasakları ne hikmetse derhal kaldırdı!
Erdoğan Türkiyesi’nin elindeki Alman rehinelerin sayısı arttıkça, Almanya tekrar rehine ticaretindeki eski ustabaşı Schröder’e yöneldi. Yaşlı tilki, Ekim 2017’de Alman tutsak rehineleri serbest bırakması için, önünde secdeye gelmek ve ticari nimetlerini almak için Sultan’a uçtu. Schröder bu kez de hayal kırıklığına uğratmadı ve Alman gazeteci Deniz Yücel dışındaki tüm rehineleri geri aldı ve ülkesi için hemen bir kutsal mesaj verdi: “Moskova ve Ankara ile uzlaşın!” Peki, Demokrasi nerede kaldı? Ya yüceltilen İnsan Hakları? Erdoğan zindanlarında binlerce Kürt ve Türk’ü rehine olarak tutarken Schröder ülkesine Sultan’la uzlaşmasının nasihatini yapıyordu!
Pragmatist Schröder mesajında yanlış anlaşılmaya yer bırakmayacak kadar berraktı: “Bu saçmalıklarla uğraşmayın (kastı insan hakları olsa gerek) ve hemen Erdoğan’la uzlaşın!”
Gördüğünüz gibi, Sigmar Gabriel ustasının tavsiyelerini itaatkâr bir şekilde dinledi, ne de olsa birbirlerini on yıllardır “yakinen” tanıyorlardı. Nihayette ikisi de Niedersachsen (Aşağı Saksonya) eyaletindendi. İkisi de Niedersachsen’deki yerel yönetimin başbakanlığını yapmışlardı. Evet Schröder’in bu itaatkâr öğrencisi, Niedersachsen’in başbakanı olarak da görev yaptı. Ama dikkat! Bu iki zatın Başbakanlık yaptıkları eyalet Federal Almanya’nın öyle sıradan bir eyaleti değil, söz konusu bu eyalet VW’nin karargâhının bulunduğu Niedersachsen! Eyalet hükümetinin VW’nin en büyük hissedarının olduğu eyaletten bahsediyoruz!
Sigmar Gabriel’in VW ile ilişkisi, buraya sığmayacak kadar geniş bir konudur ancak bir şey aşinadır. Peter Hartz’ın VW skandalı patladığında; Peter Hartz, VW için en seçkin özel yetenekli fahişelerin seçici konukları mutlu edebilmeleri için lüks bir villa satın almıştı. Onlar zengin Arap misafirlerin gözlerinde gördükleri ve hissettikleri her şeyi yerine getirmeye her zaman hazırlardı… …Mahkeme tarafından bulunan o fahişelerin faturası, sıradan fahişelerden kat kat yüksekti. Katarlı bazı Arapların da bu özel misafirler arasında olup olmadığını daha bilmiyoruz. Ama şu anda Qatar VW’nin üçüncü en büyük hissedarı olduğunu bilmeyen mi var artık? Bu ortaklık nasıl gerçekleşti? Bunu hiç düşünmemeyi tercih ediyorum….
Gabriel’in hakkını yememek lazım çünkü sadece Schröder de değil, aynı zamanda Türk olan eski karısı ile de yetenekli öğretmenlerle dolu inanılmaz bir hayat okuluna sahip olduğu inkâr edilemez.
Gerek Türk Dışişleri Bakanı ve gerekse Sultan’ın sarf ettiği her cümlenin Alman siyasileri olabildiğince aşağılayıcı , küçük düşürücü olduğu bir dönemde, seçkin ve “seçilmiş “Alman siyasilerinin hakkında Türkiye havuz medyası lanet yağdırırken Gabriel, Mevlut Çavuşoğlu’nu Goslar’daki evinde (5 Ocak 2018) ağırladı ve tek başına ilk Türk karısı-hocasından öğrendiği üzere eliyle çay servisi yaptı. Birkaç hafta önce şu anki karısı, dünya medyasına çaresizlik içinde sığınmış ve Türkler tarafından tehdit altında olduğunu, kendisini tehlikede hissettiğini, korkuyla yaşadığını haykırmıştı… Bu acılı gerçek bile, kocasının pragmatik ve “medeni” siyaset dünyasında, önemsiz bir detaydı. Hemen unutulmuştu… Ama neyse ki o kadın, Mevlut Çavuşoğlu’nu evinde ağırlamayı, hizmet etmeyi ret etmiş olacak ki hiç değilse onurunu korudu ve o görevini cani gönülden üstlenecek uluslararası ün yapmış siyaset ustası eşine bıraktı…
Bunun böyle olduğunu aşikar , çünkü onların evinden çıkan bir kişi, iki beyefendinin dostlukla dolu çay sefasının fotoğrafını çekmesini başarmıştı. Sigmar Gabriel’in Mevlut Çavuşoğlu için nasıl Oryantal tarzla çay servisi yaptığının fotoğrafını dünya kamuoyuna ulaşmasını sağlayan da yine o kişiydi… Bu acaba onun o onurlu karısı mıydı? Bilmiyoruz. Ama şunu sormadan da edemiyoruz: karısından başka kim bu kadar cesarete ve intikam alma arzusuna sahip olabilirdi? Ve ondan başka kim aile ortamında bu kadar özgürce dolaşabilir, o anın fotoğrafını çekip servis edebilirdi ki?
Muhafazakâr bir politikacı ve savunma bakanı olan Ursula von der Leyen de Niedersachsen’den ve babası da yine bu eyaletin bir dönem tutucu başbakanıydı, yani sosyaldemokrat Schröder ve Gabriel’in başbakanlık yaptıkları eyalette onun babası da başbakanlık yapmıştı. Ursula von der Leyen Güney Kürdistan’a son ziyaretinden sonra Savunma Bakanı olarak federal hükümetin Kürtlere daha çok destek vermesini talep etti. Ancak, sosyalistlerin, iktidardaki Türk siyasilerle karşılıklı yandaş medyanın küfürlerinin gölgesinde gizemli dostluk ziyaretlerinden sonra, öfkelenip ve Kürtlere desteğin “ayarlanması” ya da kısaltılmasındaki ısrarlarıyla ortağı oldukları koalisyon hükümetini zora soktular! Ursula von der Leyen’in onlar gibi aynı eyaletin insanı olması, nesiller boyu birbirlerini tanımaları ve onlar gibi onun da babası Erst Albrecht’in de o ülkenin bir dönem başbakanı olduğunun onların ahlak anlayışında anlamı yoktu. Tüm bu insanı insan yapan bağları göz ardı ederek bu asil kadının Kürtlere yardım için kabineye sunduğu teklifi pervasızca kısıtladılar! Bu sosyalist “tilkilerde” dünyanın en büyük ezilen ulusu olan Kürtler için sempatinin bile mümkün olmayacağını görmezden gelmeyi tercih ediyoruz. O DAİŞE karşı aç, susuz, ilkel silahlarla cepheden cepheye koşan yiğit halka onlardan sempati veya empati beklemek onların varlığını yüceltmek olur. Ama hiç değilse insan olan bu asilzade ve de asilzade ünvanlı kadına yani von der Leyen’e biraz saygı göstermez mi? Onu yapmadılar, ama hiç değilse insan kendi hemşerisi bir kadın bakana da mı saygı duymaz? Ona da duymadılar, peki ya insan o kadının babasına -yani o eyaletin başbakanıyken Sigmar Gabriel daha bir toy hovardayken- de mi saygı duymaz? Öyle bir onurlu siyasetçinin onurlu kızına ve kızının hükümette bakan olarak sunduğu tekliflere babasının hatırı için de olsa saygı göstermez mi?
Muhafazakâr Ursula von der Leyen’in babasının aksine, Sigmar Gabriel’in babası, ölünceye kadar Hitler’e sadık kaldı! Acaba genetiğin kişilik yapısındaki etkisi sosyo-pedagojik etkiden daha mı güçlü, bilemiyorum, genetik uzmanı değilim!
Erdoğan, 5 Şubat 2018’de Vatikan’daki Eminence Papa Francis’i ziyarete gitti ve bir otelde konakladı. Ve Sultan’ını ziyaret etmek için gece yarısı Roma’ya uçan kimdi biliyor musunuz? Sigmar Gabriel! Bu kez de esir ticareti Hristiyan aleminin kutsal saydığı Vatikan’da Türk İslam Pazar ruhu içinde yapıldı. Orada Türkiye’de rehin tutulan Alman gazeteci Deniz Yücel’in muhtemelen satın alındığını düşünebiliriz. Deniz Yücel tutuklandıktan sonra Erdoğan, herhâlde “Ben varken o ışık yüzü görmeyecek!” demişti. Vatikan ziyaretinden on bir gün sonra, 16 Şubat 2018 tarihinde Sigmar Gabriel, Alman milletine büyük bir kurtarıcı edasıyla, gazeteci Deniz Yücel’i serbest bıraktırdığını ilan etti. Ve böylece bir Kürt liderin katilini bir Alman iş adamıyla takas eden ustası Schröder’in çırağı olarak kendisini artık usta bir rehin taciri olarak -ustası gibi- tarihe geçirdi! Erdoğan’la yaptığı bu etik dışı ticaretin bedelini sorma hakkına sahip değiliz. Bütün bunlar tüm dünya için, insan etiği, daha adil ve sosyal devlet düzeniyle övünen, dünyaya örnek ve model olma vizyonunu taşıyan demokratik – hukukun ana vatanı Avrupa kıtasında yaşanılıyor…
Leave A Comment