Mozart’ınki bir Osmanlı paşasının sarayında tutsak alınan iki Avrupalı Hristiyan güzel kadının ‘barbarlığın İmparatorluğu’ndan kaçışı hikayesi…
Benimkisi ise 18 yüzyılda değil 21 yüzyılda Avrupa medeniyetinin kalbinde ve sıradan bir paşanın değil, yüzyıllarca imparatorlara, kırallara, bir yüzyıldan fazla bir süreden beri de cumhurbaşkanlarına ev sahipliği yapmış bir saraydan kaçırılmıştım hem de.
O iki genç Hristiyan kız bir paşanın sarayından kaçmak istemiş, ben ise kaçırılmıştım.
Onlarınki Mozart gibi büyük bir müzik dehası tarafından operalaştırılarak ölümsüzleştirildi. Benimkisini yazmak isteyen “cesur gazeteciler” dâhil ‘derin güçler’ tarafından susturuldu.
2014 yılının ağustos IŞİD (DAİŞ) canavarları Kürdistan’ın iki parçasına (Başur,Rojava) saldırdığı gün dünyam yıkılmış, tüm yaşamım bir anda değişmişti.
Erdoğan, Kobanê için “düştü düşecek,” dedikten sonra ise artık robotlaşmıştım. Vaktimi – enerjimin tamamı, 3-4 bilgisayar, 2 telefonla onlarca uluslararası kurum, kuruluşu aramaya çalışarak, açtığım veya açtırdığım Facebook Gruplarında tartışmalara katılarak ya da gazetecileri, dünyada ulaşabildiğim siyasileri seferber ederek geçiyordu.
16 Ocak 2015‘te dostlarımla birlikte Çek tarihinin en büyük mitingini düzenledik. Mitingi, Prag’ın herhangi bir meydanında değil, bizi destekleyeceğinden emin olduğum Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın önünde yaptık. Kürtler hariç Çek Cumhuriyeti’nin her tarafından binlerce insan IŞİD’İ (DAİŞ) protesto etmek ve Kürt savaşçılarını desteklemek için gelmişti. Ben, her partiden parlamenterler ve din adamlarının konuşmasıyla gösteri Çekya’nın gündemine oturmuştu. Akabinde Almanya’ya gidip oradaki dostlarımı da seferber etmeye çalıştım.
21 Ocak’ta Çekya’ya döndüm. Gece yarısı ormandaki evimde saldırıya maruz kaldım, saldırıdan mucize eseri sağ kurtuldum.
Bu olaya rağmen Sayın Barzani’nin Çekya’ya davet edilmesi ve Çekya’nın Başur’a silah ve mayın tarama aleti bağışlaması ve Çek askeri uzmanlarının Peşmerge’ye eğitimi vermesi için resmî makamlar nezdinde yürüttüğüm girişimleri sürdürdüm.
Sayın Barzani’nin ziyaretinden önce hiçbir hukuki gerekçe olmadığı halde bağlı bulunduğum Orta Çekya Polis Müdürü Vaclav Kucera’ya bağlı polislerce evim basıldı, evdeki misafirleri, dışarı çıkarıp evi aradılar. Arama geç saatlere kadar sürdü. Öncelikle benim dosyalarımı, CD’lerimi, flash disklerimi, tüm bilgisayarlarımı, İpad’ıma varıncaya kadar alıp götürdüler. Her gün bir cip geliyor evimin önünde park ederek akşama kadar orda bekliyordu. Akşam o cip gidince onun yerine başka bir araç nöbeti devralıyordu.
Her taraftan amansız bir polis terörü altındaydım.
Ne yaptığım şikayetler ne protestolar ne de parlamentoda İçişleri Bakanı’na yöneltilen gensorular bu terörü durdurabilmişti.
Çalışmalarımı sürdürmek ve vicdani sorunluluklarımı yerine getirebilmek için Almanya’ya gitmekten başka çarem kalmamıştı.
Almanya’dan Çekya’dan Kürdistan’a giden mühimmat ve silah sevkiyatlarında yardımcı oluyor, bu amaçla oluşturduğum yardım gurupların çalışmalarını koordine ediyordum.
Bu arada Emniyet Genel Müdürü Yardımcısı ofisini yöneten bir albayın tarafıma, tüm gelişmelerden haberdar olduklarını ve bana yardımcı olacaklarını yazması üzerine yeniden Çekya’ya döndüm ve döner dönmez Emniyet Genel Müdürlüğü’ne gittim. Beni karşılayan Emniyet Genel Müdür Yardımcısı General Z. Lauber‘in Özel Kalem Müdürü Albay David Zahorsky’ydi. Akabinde uzun boylu, bir ‘güzel sarışın’ bize kahve getirdi. Bu arada odaya bir albay daha girip çıktı. Orta Çek Polis teşkilatınca maruz bırakıldığım tüm terör aksiyonlarını kronolojik bir şekilde anlattım. O da not alarak dinledi. Zahorsky Albay Vaclav Kucera’nın kim olduğunu çok iyi bildiklerini ama polis teşkilatında en eski görevlilerden olduğu için ona karşı durmanın çok zor olduğunu anlattı ve beni ikna edebilmek için, “Doktor Bey biraz önce bize kahve getiren hanım da ve odaya giren albay da onun adamı.” dedi. Anlattığına göre Emniyet Genel Müdürlüğü adeta Vaclav Kucera tarafından abluka altına alınmıştı.
Bana hemen polisi soruşturma kurumuna gitmemizi, bunun Emniyet Genel Müdürü ve Yardımcısının tavsiyesi olduğunu ve bana terör estiren polisler hakkında suç duyurusunda bulunmamı ve koruma talep etmemi tavsiye etti. Beni aracıyla o kuruma götürdü. Ayrıca bana polisten korkmayan yakın dostunu avukat olarak tavsiye etti. Biz Polisi Denetleme Kurumu’na vardıktan kısa bir zaman sonra o avukat da geldi. Avukatın ismi Dr. S.Hrinko’ydu. Avukatla birlikte gidip polisler hakkında suç duyurusunda bulunduk ve bana terör estirten polislere karşı koruma talep ettik. Polis Denetleme Kurumu’nda suç duyurumu yazan albaylar benim anlattıklarımla değil dönüp dolaşıp Emniyet Genel Müdürlüğü’nde kiminle ilişkimin olduğumu soruyorlardı.
Bundan kısa bir süre sonra Albay David Zahorsky görevinden alınarak Polis Kriminal Enstitüsü’nde kızağa çekildi. Takriben bir yıl sonra eşi ve çocuklarını tatile gönderdiğinde, yalnız olduğu evinde “Bir kurşunla intihar ettiği” açıklandı. Emniyet genel müdür yardımcısı general Z.Lauber görevinden aniden istifa etti….
Nihayet Sayın Barzani geldi. Çek Cumhurbaşkanı, kameralar önünde kendisini “Sizin kahramanlığınız önünde başımı eğiyorum,” selamlayan oldu.
Rojava’ya da yardımlarım devam ediyordu, Brüksel’de AP’deki Kobane’yi yeniden inşa konferansından, bin bir zorluğu aşarak Rojava’ya gazetecileri, yardım kuruluşlarının temsilcilerin göndermeye kadar…
Ve akabinde de eylül ayında Nesrin Abdullah’ı tüm aşılmaz gözüken engelleri aşıp Prag’a Orta Avrupa Güvenlik Konferansına katılmasını sağlayıp, Kantonlar Başkanı’nın elinden NATO üyesi ülkelerin 60-70 generalin alkışları eşliğinde Çek Cumhuriyeti’nin direniş ödülünü almasını sağladım ve akabinde birçok devlet başkanına bile nasip olmayan yoğun çalışma programıyla misafir ederek geçirdiğimiz iki hafta…
Nesrin Abdullah’ın Rojavaya dönüşünün akabinde Avrupa Parlamentosu Savunma Komisyon başkan yardımcısı kadim dostum J.Stetina’ yla, o komisyon adına Rojavaya, ta Kobane ye kadar gittik, dönüşte de sayın J.Stetina Avrupa Parlamentosu genel kurulunda yaptığı konuşmasında AP’ yi acilen Rojava ve Bakur a yardıma çağırdı, dünya televizyonları önünde , boynuna Rojavalı savaşçı kızlarımızın Şal’ını takarak…. Sayın Stetina dünyadan Rojava giden ilk yüksek görevliydi…
Aralık 2015’te bu kez de BAŞUR parlamentosundan bir heyetin Çekya’da ağırlamasıyla meşguldüm. Amacım Kürdistan Parlamentosuyla Çek devleti ve Avrupa Parlamentosu arasındaki ilişkileri sağlamaktı.
Tam program bitmiş, kesinleşmişken, yine bağlı olduğum köyde merkezi olan Orta Çekya polis teşkilatından yani en üstleri Vaclav Kucera olan polisten bir resmi mektup geldi. 20 Aralık 2015 tarihinde “sizi bir konuda bize izahat vermeniz için davet ediyoruz” diye. Hemen yazıyı avukatıma gönderdim, onlar da resmi kanalla o tarihte Çekya’da Kürdistan Parlamenterleri ağırlayacağımı ve gelmemi istedikleri saatlerde İçişleri Bakanlığında resmi görüşmemizim olduğunu ondan ötürü gelemeyeceğimi, ayrıca hukukun bana verdiği hakkı kullanarak hiçbir konuda onlara izahat vermeyeceğimi, izahat vermeyeceğim konusunda bir protokol imzalamamı istemeleri halinde, bunun için bana yeni bir randevu vermelerini talep etmelerini rica ettim. Avukat yazdığı ve bu polis teşkilatına ilettiği dilekçenin bir kopyasını bana gönderdi. Çek yasalarına göre herhangi bir sebepten ötürü bu tür çağırılarla mazeret göstererek icabet etmemek mümkündü. Ayrıca vatandaş izahat vermekten imtina etme hakkına sahipti.
İçişleri Bakanlığı’ndan iki bakan yardımcısı ve dört daire Başkanı’yla Kürdistan’a yapılacak yardımları konuşup karara bağlayacağımız bir tarihte beni ‘izahat’ vermem için çağırmaları hiç de tesadüf gibi gelmedi. Avukatımın polise gönderdiği mazeret yazısını olacakları sezinlenircesine e-maille Emniyet Genel Müdürlüğü’ne, Polisi Denetleme Kurumu Müdürlüğüne, İçişleri Bakanlığına, Orta Çekya Bölgesi Başsavcılığı’na, Çek Parlamentosunun İç İşleri Komisyonu’nun tüm üyelerine varıncaya kadar ek bir yazıyla birlikte gönderdim.
Böylece art niyet kokan bu ‘davetnamenin” önünü kestiğimi zannediyordum.
Parlamenterlerimiz geldi, 20.12.2015 tarihinde Avrupa Parlamentosunda dostlarımızla görüştük. Akabinde İçişleri Bakanlığı’na geçtik. Oldukça başarılı bir görüşme oldu bu. Kürdistan için ayrılan bütçeyi iki katına çıkarmayı taahhüt ettiler. Çok sevinmiştik, herkesle yürekten kucaklaşarak ayrıldık.
Ertesi gün Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nın hemen yanındaki Katoliklerin sarayında Prag Başpiskoposu Vaclav Maly’i ziyaret ettik. Maly, öğrencilik yıllarından tanıdığım bir dostumdu. Başur’daki mülteci kampları için yardım sözü alarak sevinçle çıktık ve cumhurbaşkanının kabulüne icabet etmek için Cumhurbaşkanlığı Saray’ına gittik. İki saray arasında mesafe 150-200 metre idi. Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda bizi Dış İlişkiler Müdürü Dr. Hynek Kmonicek kabul edecekti. Eylül ayında Nesrin Abdullah’ı kabul eden ve ertesi gün TC Prag Büyükelçisi’nin “girişimine” hedef olan kişi… Dr. Hynek Kmoniçek şu anda Çek Cumhuriyetinin ABD Büyükelçisi…
Dr. Hynek Kmonicek’le görüşme her zamanki gibi bir aile ortamında geçti. Görüşme sonrası beraber Kürdistan bayrağıyla fotoğraf çektirdikten sonra ayrıldık. Sarayın dış kapısından çıkarken birdenbire abluka altına alındık. Yıllardır beni izleyen, ev araması bahanesiyle tüm dijital arşivimi alıp götürüp kopyalayan polisler parlamenterlerin arasında beni çekip aldılar. O anda parlamenterlere dönüp, sakin olmalarını bunun bir provokasyon olduğunu söyleyebildim ancak.
Sarayı görmeye gelen yüzlerce turistin gözleri önünde Kürt parlamenterler arasından alınıp, kelepçeleyip sivil bir arabaya bindirip götürdüler.
Öyle gözüküyordu ki nereye götürüleceğimi onlarda bilmiyordu. Sanki telefonla talimat bekliyorlardı. Üç polisten ikisinin ismi Leos Tomanek, Adam Kunc’tu. Leos Tomanek’i daha çocukken tanıyordum. Şimdi çalıştığı polis birimine 5 km uzaklıktaki Otice adlı köyde 1991 yılında baharat fabrikası inşa etmiştim. O da o köyün çocuğu ve babası polis görevlisiydi. Baharat fabrikam, yüzlerce ton kapasiteli soğuk depoları vardı. Şirket yaz aylarında Türkiye ve Bulgaristan’dan sebze ve meyve ithal ediyordu ve akşamları kapanmadan önce köyde her aileye bedelsiz gelip ihtiyacı kadar meyve ve sebze alma hakkını vermiştim. Tomanek el arabasıyla gelirdi hep. Yıllar sonra polis memuru olmuştu. Babası da yükselerek Vaclav Kucera’nın yanında çalışıyordu. Her defasında şirketimin ambarından bir el arabası karpuz alan işte o çocuk beni kaçıranlardan biri olmuştu.
Kaçırıldığımı parlamenter gruba eşlik eden Çekya Erbil Başkonsolosluğu Görevlisi Gazi hemen telefonla başkonsolosu arayıp durumdan haberdar etmiş, o da Bağdat Büyükelçisini aramıştı. Büyükelçi kadim bir dostumdu. Büyükelçi hemen Dışişleri Bakanlığını arıyor. Haliyle o da İçişleri Bakanlığını, o da Emniyet Genel Müdürünü…
Gazi’nin sayesinde olay her yerde duyulmuştu artık. Cumhurbaşkanlığının akabinde gideceğimiz, kaçırıldığımdan ötürü gidemediğimiz Çek Parlamentosu Sosyal Demokrat Partisi milletvekillerine kadar… Parlamenterler randevuya gelmeyince beni arıyor, ben cevap vermeyince Gazi’yi aradıklarında kaçırıldığımı öğreniyorlar.
Birkaç defa arabayı durdurup benim duymamam için arabadan çıkıp her seferinde birileriyle konuşuyorlardı ve her seferinde renkleri biraz daha solmuş şekilde arabaya dönüyorlardı. Daha sonra arabamız Almanya sınırında bir kente yöneldi. Oraya vardığımızda bir polis karakolunun odasına alındım. Bana bilerek eziyet edercesine parmak izlerim alındı. Ağzımdan tükürük alındı, fotoğraflarım çekildi ve beklemeye alındım. Bomboş penceresiz bir odada saatlerce bekledikten sonra birden avukatım geldi. Beyanda bulunmayı ret ettiğime dair kağıtlar imzalatıldı ve sonra “artık serbestsiniz,biz sizi geri Prag’a götürmeyiz avukatınız sizi Praga götürsün ” diyerek beni bıraktılar. Avukatımın aracıyla Prag’a döndük.
Beni kaçırarak ne yapmak istemişlerdi? Bunu bugüne kadar bilmiyorum. Düşünüyorum; öldürülüp bir yere mi atılacaktım?… Yoksa “üstünü ararken suç teşkil eden bir cisim bulduk” demek için mi aldılar? Kürt dostluğunu her fırsatta dile getiren, Türkiyeyi yüksek sesle eleştiren Cumhurbaşkanına sinyal mi verilmek istenilmişti? Korkutulmak mı istenilmiştim? Her halükârda başkonsolosluk Görevlisi Gazi planlarını bozan olmuştu!
Ama madem yasaları çiğnemek istiyorlardı, evimin nerde olduğunu biliyorlardı ve evim onların Polis binasına 3 km uzaklıktaydı, sabah evimden de alabilirlerdi! Prag’a 28 km uzaklıkta ormandaki evimden Prag’a gidebilmek için on yıllardır her gün onların Polis binasının önünden geçerek gidendim, o günde yine geçerken durdurabilirlerdi. Ama niye o köyden ta Prag’ ta ki Cumhurbaşkanlığı sarayına kadar tüm yasaları çiğneyerek gelmişlerdi? Prag’taki Türkiye Büyük elçisi Türkiye karşıtı verdiği demeçlerden, ağırladığı Kürt siyasi-askeri şahsiyetlerinden ötürü defalarca protesto ettiği Çek Cumhurbaşkanına Çekya’ daki gücünü mü göstermek istiyordu?
Çekya’da polis birimlerinin kendi görev alanı dışında izinsiz operasyon yapması yasaktır. Beni gözaltına alan ekip Orta Çek Bölgesi polisiydi, onların başlı başına bir bölge olan başkent Prag’da operasyon yapmaları mümkün değildi, yasaktı. Polisin yaptığı bu hukuk dışı operasyon birden fazla suç oluşturuyordu: Çek Cumhuriyeti’nin milli menfaatlerini rencide etmek, Cumhurbaşkanlığının onurunu sarsmak, Kürdistan’ın çıkarlarına zarar vermekten, dolaylı da olsa IŞİD’e (DAİŞ) destek vermekten, izinsiz kendi bölgesinin dışında operasyon düzenlemek, kişinin özgürlüğünü kısmak, kaçırmak ve daha bir dizi suç…
Şahsımın, Cumhurbaşkanlığı sarayının, avukatlarımın sayısız şikayetimize rağmen ne araştıran oldu ne de soruşturan…
Sahte kimlikli Türk canilerini daha 90‘lı yılardan beri koruyup-kollayan derin devlet, Cumhurbaşkanından kasabına, terzisinden bilim adamına, öğrencisinden milletvekilline kalbi her Kürt savaşçısıyla atan Çek ulusundan şimdilik daha güçlü….
Leave A Comment