1972 yılının sonuydu… Çarls Üniversitesi’nin giriş sınavını kazanarak, tıp fakültesine kaydımı yaptığım günlerdi. Necmettin Büyükkaya ve Ömer Çetin’in 12 Mart darbesinden sonra sığındıkları Suriye’de çaresiz kaldıklarını öğrenmiş ve onlara yardım ederek Çekoslovakya’ya gelmelerini zor da olsa başarmıştım. Ellerinde uyduruktan bir Laesse Pase belgesi vardı. Bu yüzden yasal olarak onlar için yer temin etmek mümkün değildi. Yurttaki odamı (kaçak olarak) onlara paylaşmaktan başka da çarem yoktu.
Onlar gibi ben de Prag’da çok yeniydim. Çekoslovakya’da yasal olarak kalmaları ya da başka bir ülkeye gitmelerine müsaade edilmesi için bana yardımda bulunabilecek tanıdık veya tanımadık kim varsa yanına gidip ricada bulunuyordum.
Bu arada Prag’da Başurlu Qadır Dilan isimli ünlü bir Kürt müzisyeninin yaşadığını öğrendim. Oldukça kabiliyetli biri olmalı ki Ey Raqib marşını bestelemiş. Yıllar önce ünlü Prag Müzik Akademisi’ni bitiren Qadır Dilan, Çekoslovakya Devlet Radyosu Arapça Bölümü’nün önde gelen yetkililerinden biri olan Dilan aynı zamanda Irak Komünist Partisi Çekoslovakya temsilcisiydi. Onunla görüşmek için komünist rejiminin sıkı güvenlik tedbirlerini aşarak radyoevine gittim ve kendisiyle görüşüp, iki dostumla ilgili yardımda bulunmasını istedim ondan.
Qadır Dilan her şeyden önce sürgünde geçirdiği uzun yıllara rağmen, Kürt kimliğini korumayı başarmıştı. Necmettin ve Ömer’in Türkiye’ye teslim edilmesi ihtimali çok kuvvetliydi. Kendisinden öncelikle bunu engellemesi için yardımcı olmasını istedim. Bir ağabey gibi sabırla beni dinledi ve “Müsterih ol,” dedi, “onları Türkiye’ye teslim ettirtmeyiz.” Teşekkür ederek yanından ayrıldım. Yeni tanışmamıza rağmen beni sevgiyle kucaklayarak uğurladı.
Birkaç hafta sonra yine bir sürü engeli aşarak Qadir Dilan’ın yanına gittim. Bu kez de Çekoslovakya Devlet Radyosu olarak Yerivan Radyosu Kürtçe Bölümü çalışanlarını resmen davet edilmesini istedim kendisinden. Bir önceki başvurumda farklı olarak bu defa sessizliğe gömülen Kak Qadır, anlaşılan bu konuda pek istekli değildi.
“Kak Qadır,” dedim. “Yerivan Radyosu’nun günde bir saat da olsa yaptığı Kürtçe yayının Bakur Kürtleri’nin yüreğinde nasıl bir etki yaptığını anlamak için oraya gidip görmeniz gerekir.”
Sonra da kendisine, Bakur’da Kürtlerin her akşam, Erivan Radyosu’nun yaptığı Kürtçe yayını nasıl büyük bir heyecanla beklediklerini anlattım. Radyoyu dinlemek için yaz aylarında köylerde hemen her gün karpuz çekirdeği kavurup, semaverde çay demleyerek damlara serdikleri kilimler üzerinde topluca oturup bekleştiklerini… Bir saatlik yayını parazitsiz dinlemek için, sahip oldukları basit radyolara nasıl ilkel kablolar uydurduklarını anlattım.
Anlattıklarım Kak Qadır’ı derinden etkilemişti. Beni dinlerken gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Bunun üzerine: “Tamam,” dedi. “Ne gerekiyorsa yapacağım.”
Kak Qadir, o günün şartlarında imkânsız olan bir şeyi başardı sonunda. Bürokrasinin, yaşamı zehre çeviren ve üretkenliğe hareket alanı bırakmayan ‘güvenlik’ adı altında oluşturulan korku engellerini aşarak Çekoslovakya Devlet Radyosu Genel Müdürü’ne resmi davetnameyi nihayet imzalatmış, davetnamenin bir kopyasını Sovyet yetkilileri için Moskova’ya, bir kopyasını da Sovyet bürokrasisine baskı yapması için temsilcisi olduğu Irak Komünist Partisi Başkanı’na göndermişti.
Kak Qadır, birkaç hafta sonra bir Kürt öğrenci vasıtasıyla haber göndererek beni yanına çağırttı. Gittim, her defasında olduğu gibi yine güvenlik duvarlarını aşarak tabii. Beni ‘güvenilir’ bir odaya aldılar. Akabinde Kak Qadir odaya girdi ve uzun kollarını açarak beni kucakladı. Heyecanla “Davetin Sovyet Birliği ve Erivan yönetimi tarafından kabul edildi,” dedi. Erivan Radyosu yöneticisinin refakatinde birkaç radyo çalışanının da Çekoslovakya’ya gidebileceğine izin verilmişti.
O an yaşadığım sevinci tarif etmem mümkün değil. Çocukluğum ve gençliğim boyunca o büyük ve cızırtılı kutulardan dinlediğim ve her Kürt gibi benim için de büyüleyici olan seslerin sahiplerini canlı olarak izleyecektim. Günlerim onları göreceğim anı hayal etmekle geçecekti.
Bir süre sonra Kak Qadır benimle görüşmek için haber gönderdi. Moskova, Radyo çalışanlarının hangi tarihlerde Prag’a gelmesinin uygun olacağını soruyordu bu defa. Birlikte, “Newroz’da burada olmalarının Kürt öğrencileri için güzel bir hediye olur!” diye karar verdik.
1973’ün 18 ya da 19 Martı’anda burada olmaları için yine sonu gelmeyen yazışmalar başladı. Hantal Komünist bürokrasiye rağmen önerdiğimiz tarihi nihayet onaylatmayı başarmıştık. Aldıkları davetname ve talimatnamenin Yerivan Radyosu Kürtçe Bölümü çalışanlarında ne kadar büyük bir şoka ve sevince sebep olduğunu onlar Prag’a geldiğinde öğrenecektik. İlk defa Sovyetler Birliği’nin dışına çıkma imkanına sahip olmuşlardı çünkü.
O sırada Melle Mustafa Barzani’yle Bağdat arasında imzalanan 11 Mart 1970 Antlaşması’yla Kürtlere “5 Sefirlik” verilmişti. Rahmetli Mele Mustafa Barzani, Irak’ın Prag Sefirliğinin Kürtlere verilmesini özellikle istemişti. Baas Yönetimi de onun bu talebini kabul etmişti. Mele Mustafa Prag Sefiri olarak yakın arkadaşı Muhsin Dızeyi’yi göndermişti.
O sırada Avrupa Kürt Öğrenci Birliği Başkanı Tarıq Aqrawi’ydi. Örgütümüze Doğu Avrupa ülkelerinin imkân kapıları açıktı. Sefarethaneye giderek Apê Muhsin’e hepimizi mutlu eden bu güzel haberi verdim. Apê Muhsin gerçek bir ‘ap’tı. Tüm Kürt öğrencilerinin amcasıydı o. O yıllarda Kürtler arasında Başur, Bakur, Rojava, Rojhılat ayırımı yoktu, hepimiz birdik ve kardeştik. Hiçbir zaman aramıza ideolojik ve dini ayrılıklar koymuyorduk. Farklı fikirlere ve dinlere mensup Kürtler tereddütsüz olarak ortak çatı altında bir araya geliyordu.
Apê Muhsin sefaretin tüm imkânlarını kullanarak Newroz’u kutlamak için Prag’ın en lüks oteli olan Hotel Paris’te en muhteşem salonu sefarethane adına kiralatmıştı. Kürt Öğrenci Birliği Başkanı Tarıq Aqrawi ve Mirhem Yiğit öncülüğünde kutlama organizasyonu yapılacaktı. Mirhem Yiğit o dönemde PDK’nin üyesi olduğu için Kak Tarıq’la yakın ilişki içindeydi.
Nihayet büyük bir özlem ve heyecanla beklediğim o gün geldi. O dönemde komünist ülkelerde mümkün olmayan bir şeyi gerçekleştirmiştik. Çocukluktan beri dinlediğimiz, seslerinden tanıdığımız kişiler fizik olarak da karşımızdaydı artık. Gelenler arasında Erivan Radyosu Kürtçe Bölümü Başkanı Xelîlê Çaçan ve eşi Ezniva Reşid en etkileyici şahsiyetlerdi. Eznîva Reşîd 27 yıl boyunca sesiyle Kürt halkına içinde olduğu ümitsizliğe umut olmuş, sevgi, şefkat dolu yüce bir sesti.
Evet nihayet hepimizi mutluluğun doruğuna ulaştıran NEWROZ günü gelmişti.
Her taşından tarih ve sanat fışkıran muhteşem Hotel Paris’te dört parça Kürdistan’dan insanlar, tek bir ailenin fertleri olarak bir araya gelmiş, Güney parçası dışında Kürdistan’ın üç parçasında yasak olan kutsal bayramımızı, ülkemizden binlerce kilometre uzakta da olsa tek yürek halinde kutlayacaktık.
Başur, Bakur, Rojava, Rojhelat yoktu orada. Komünist-antikomünist, devrimci-muhafazakâr, ilerici-gerici de yoktu… Sadece büyük bir ailenin mensubu Kürtler vardı. Bu büyük ailenin mensupları olarak, aynı heyecan ve aynı mutlulukla kutsal Newroz’umuzu kutluyorduk. Qader Dilan’ın kemanı ve sesi, Muhamed Zaza’nın cümbüşü eşliğinde Mirhem Yiğid’in sesi, yediveren çiçeğinin yapraklarındaki büyülü renk harmonisini o gece Prag’da bize Newroz hediyesi olarak sundu adeta.
Apê Muhsin asil kişiliğiyle her birimizi o gece kendi evladı ve kardeşi gibi kucaklamıştı. Eznîva Reşîd’le Xelîlê Çaçan ise sanki başka bir gezegenden Xuda’nın bize gönderdiği teskin, teselli eden, sevgi yüklü ışıkla biz sürgünü sıkça cehennem gibi algılayanları o acılardan o an çekip çıkaran Kürt melekleriydiler. O güzel, asalet fışkıran varlıklarıyla hepimizi adeta büyülemişlerdi.
Xelîlê Çaçan ve Eznîva Reşîd söz alıp konuştuklarında ne onlar ne de biz dinleyiciler gözyaşlarımıza hâkim olabildik. Rahmetli Necmettin Büyükkaya ve Ömer Çetin ve katı bir ‘komünist’ olarak bilinen o ince ruhlu Kak Qadir Dilan’a kadar hepimiz aynı duygu seli içinde çok uzaklardaki bizi biz yapan topraklarımıza akıp gitmiştik.
O zelal (berrak ) insanlık abidesi kişilerle kutlanan bu NEWROZ, uzun yaşamımda kutladığım ve unutulması mümkün olmayan üç Newroz’dan biri olarak hatıralarımda yer alacaktı.
Newroz’un akabinde Yêrivan’dan Gelen Kürt Delegasyonu’nun burada bulundukları sürece günde birkaç saat Çekoslovakya Devlet Radyosu’nda olmaları gerekiyordu. Okulumu unutarak, her gün radyoevinin önünde onların çıkışlarını bekliyordum. Sonra da birlikte benim de henüz iyi tanıyamadığım Prag’ı dolaşıyorduk. Onlarla birlikte geçirdiğim her gün hafızamda, hayatımın o döneminin en mutlu anısı olarak yer edecekti.
Son gün Yêrivan’dan gelen misafirlerimize, Erebê Şemo’ya vermeleri için, onun tarafından kaleme alınan ve Avrupa’da Latin harfleriyle basılan, ama henüz onun eline geçmeyen Şıvanê Kurd romanını verdim.
Ayrılırken Eznîva Reşîd beni gerçek bir anne, Xelîl’ê Çaçan da beni gerçek bir baba sevgisiyle göğsüne dayayarak gözyaşları içinde kucakladı. Bana Erebê Şemo’dan Qanadê Kurdo’ya kadar önde gelen Kürt entelektüel ve sanatçılarının adresini ve telefon numarasını verdi. Bir süreliğine de olsa onların varlığıyla huzur bulmuştum. Hasretlikler içinde bunaldığım bir sırada Tanrı’nın bize gönderdiği bu iki melek, sonra da son bir defa daha sevgileriyle beni teskin ederek uçup gittiler.
Erivan’a döndükten sonra Prag’da yaşadıklarını güzel hatıraları Apê Erebê Şemo’da dâhil tüm Kürt aydınlarına anlatmışlardı. Akabinde yurt adresime Ape Erebê Şemo’dan bir mektup geldi. Mektup Kiril harfleriyle yazılmıştı. Hemen Kiril alfabesinin Kürtçe versiyonunu öğrendim. Bu sayede Apê Erebê Şemoy’la vefat edinceye kadar yazıştık, dertleştik, hislerimizi paylaştık.
Sovyetlerde yaşayan soydaşlarımızla aramdızda o güne kadar aşılması mümkün olmayan duvar bu vesileyle yıkılmıştı. Yine bu vesileyle Apê Qanadê Kurdo’yla, Apê Haciyê Cındîyle de zaman zaman yazışan, o uzak gezegenden haber alan, aldığı haberi ulaşabildiği her kürde ileten ben olmuştum. Heyecanla onların adreslerini Kendal Nezan’a ve Batı Avrupa’daki diğer Kürtlere ileten yine bendim. Böylelikle ilk kez rejimlerin bizi onlardan onları bizden ayıran duvarları yıkılmaya başlamıştı.
Bunu yaparken, Sovyetler ’de yaşayan soydaşlarımızın, Batı’da yaşayan soydaşlarımızla ilişki kurmasının onlar açısından risk teşkil edeceğini düşünememiştim. Ben, komünist bir ülkede yaşadığım için, benimle yazışmaları ve telefonlaşmaları onlar bakımından risk teşkil etmiyordu.
Sovyetler Birliği’nde basılan Kürtlerle ilgili kitapları Prag’a, bana gönderiyorlardı, ben de fırsat bulduğumda Paris’e giderek ya da kendisi Prag’a geldiğinde Kendal’a teslim ediyordum. Anlaşmamıza göre Kiril alfabesiyle yazılmış bu kitaplar Latin harflerine çevrilip basılacaktı. Ama bu bile yapılamadı.
Sovyetler Birliği’ndeki soydaşlarımızla yoğun ilişkimi bilen Kendal, oraya birlikte gitmemiz için kendisi ve benim için vize almamı istedi benden. Aylarca uğraştıktan sonra Çekoslovakya Sovyetler Birliği Büyük Elçiliğini vize konusunda ikna ettim. Benim için sorun yoktu, ama Kendal kapitalist bir ülkede yaşadığı için ona vize almak çok zordu.
1978 yılında Kendal’le birlikte Sovyetler Birliği’ne gidebilmek için tüm bürokratik sorunları çözmüştüm. Hatta Sovyetler Birliği Büyükelçiliğini Kendal’in vizesini pasaportuna değil, ayrı bir kâğıda vurmaları konusunda ikna bile etmiştim. Kendal Prag’a geldi. Hem onun için hem de benim için vize aldım. Birlikte yola çıkacaktık, ama ben komünist bir ülkede yaşadığım için dövizim yoktu -artı var olan paramla da tedavi için Prag’a gelen rahmetli Niyazi Usta’nın ( Mehdi Zana”nın ustası) hastane masraflarını ödemiş , Avrupa’da bir ilk olan illegal kurduğum Çapxane Ararat’ın giderlerini karşılamıştım. Kendal bana borç para vermeye yanaşmayınca onu trene bindirip yalnız başına Sovyetler Birliğine gönderdim. Aylarca çaba harcayarak ona ve kendime vize alan, tüm hazırlıkları hem ona ve hem de kendime yapan ben peronda ona el sallayıp iyi yolculuklar dilemekle yetinecektim. O yaz ayları ve akabindeki eğitim yılı süresince hastanelerde hasta bakıcılığı yaparak kazandığım parayla da 1979 yılında bir kez daha vize alarak Erivan’a gidebildim ancak.
Erivan Radyosu Kürtçe Bölümü’nde yine o sınırsız annelik sevgisiyle dolu Ezmina Reşidi ve her zaman sakin sevgi dolu bir baba şefkatini benden esirgemeyen Xelilê Çaçan’ın kolları arasında buldum kendimi.
Orada kaldığım süre içinde Apê Xelilê Çaçan, tüm yasaları yok sayarak, gece gündüz demeden Erivan Radyosu’nun arşivini benim için kopyaladı. Bunun için herkesi seferber etmişti ve yüzlerce saat içinde profesyonelce kaydedilmiş olan Kürt müziğinin şaheser kayıtları benim için birkaç gün içinde kopyalamıştı. Radyo çalışanları bunu yaparken sanki sıradan bir iş yapıyorlarmış gibi, Erivan Radyosu ve rejimle yaşayabilecekleri sıkıntıları bana hiç hissettirtmediler. Onların şahsi menfaatleri hiçe sayan, yasak duvarlarını aşarak bana verdikleri arşiv kopyaları sayesinde müziğimiz tarihte ilk kez tüm Kürtlere ulaştı. 1984 yılında Bonn Kürt Enstitüsü’nün sorumlusuyken onların tüm riskleri göze alarak bana verdikleri müzikle Kürtlerin tarihinde ilk kez 8 kasetten oluşan ”Kürt müzik antolojisini” yayınlayarak, müziğimizi sadece akşam saatlerinde parazit yapan Erivan Radyosu’ndan dinleyenlere bu kez kasetten ve parazitsiz sadece akşam saatlerinde radyodan değil her zaman, her yerde dinlemelerini sağlamıştım, Apê Xelilê Çaçan’ın sayesinde halkımız yasaklı müziğine kavuşmuştu.
Apê Xelilê Çaçan ve Eznîva Reşîd uzun sayılabilecek yaşamımda eşine ender rastladığım tüm varlıklarıyla hümanist insanlardı. Onları her temas kurduğumda, on yedi yaşımdan beri ailemden, yurdumdan, sevdiklerimden kopmuş olmanın bende oluşturduğu derin hasret, özlem ve sızı duygusu bir anda yok olup gidiyordu.
Apê Xelilê Çaçan ve Eznîva Reşîd yok olmaya mahkûm edilmiş Kürt müziğini, sahip oldukları mütevazi imkanlarla yabancı bir diyarda kendi öz evlatları gibi onlarca yıl koruyan, kollayan, gelişmesi için hayatlarını adayan, bu müziği canlandırıp geldiği topraklara bugün tahmini zor engelleri yok sayarak, bana halkımıza ulaştırmam için emanet eden, yediveren gibi rengârenk güller açmasını sağlayanlardı.
Kürtlüğü en asil ve tertemiz, zelal şekliyle yaşayan, yaşatan Apê Xelîlê Çaçan ve Eznîva Reşîd bana ümit, güç, sevgi veren birer yıldız olarak bugüne kadar hep varlığımda yaşadı, var oldukça da hep yaşayacaklar.
Dr. Yekta Uzunoğlu
Leave A Comment