Geçmiş yüzyılın altmışlı , yetmişli yıllarında, yani bizim gençlik dönemimizde yer küre adlı gezegende en yaygın slogan “Yankee go home” du. Slogan tarihi incelense belki de en çok bilinen, kullanılan slogan olarak bu cümle ilk sırada yer alır.

 

Latin Amerika’dan (İspanyolca konuşulan kesim), kuzey Amerika’ya, oradan da Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika ve Asya’ya sadece milyonlarca  gencin değil aynı oranda aydının, işçinin sokaklara dökülüp de haykırdığı slogandı “Yanke evine git”

O dönemin kızlı erkekli gençleri,  Paris’te ki ABD  büyükelçiliğinin önünde , bütün benlikleriyle his ettikleri bu ortak insani değerlere karşı işlenen suça  karşı duruş  duygusunu, bu sloganla haykırarak dile getiriyorlardı.

Elçilik önündeki gösteri bitince, Sein nehri üzerindeki Pont Neuf adlı Parisin en eski köprüsünün altında, birbirleriyle ortak duygu zinciriyle bağlanarak, farklı renklerden insanların oluşturdukları çiçek tarlasını andıran ortamda, Joan Baez´in “Dona Dona” adlı şarkısını, ortak duygular şemsiyesi altında dillendiriyorlardı.

Bizden binlerce kilometre uzaklıktaki Vietnam, Laos, Kamboçya halklarına  dostluk, sevgi, dayanışma duygularımızı türkülerle gönderiyorduk. Fiziken sizlerden uzaktayız ama kalplerimiz sizler için çarpıyor dercesine.

ABD’nin o topraklarda, o insanlara yaşattığı zulümleri dillendirip, binlerce kilometre uzaktaki çekik gözlülerle aynı kimlikleri taşıyan, aynı duyguları paylaşan birer insan oluveriyorduk.

Onların kendi topraklarında, kendi kimlikleriyle, özgürce, onurluca  yaşama istemleri karşısında  saygıyla başımızı eğiyorduk . Bizim o nesil  insani hislerimiz, dayanışma duygularımızla donatılmış bir kuşaktı.

Amerika, II. Dünya savaşından sonra Avrupa’yı Hitler Nazizm’inden kurtaran, Avrupa’da demokrasinin yeniden inşasını sağlayan ,özgürlük sembolü bir bayan heykeliyle simgelenen Amerika değildi artık. ABD yönetiminin uygulamalarına karşı, Bayan özgürlük heykeline  dünya sokaklarında “Yanke evine dön” slogani haykırılıyordu .

O ABD ki Asya halklarını Japonya faşizmden kurtarabilmek, onların özgürlüklerine kavuşmalarını sağlayabilmek için 1945’de atom bombası kullanmak zorunda kalmış, bundan ötürüde ABD  “cesur dost” olarak asya insanlarının belleğine yerleşmişti.

Doğu Asyalıların cesur dostunun güney Asya’daki yaptırımları “cesur düşman” sıfatıyla yer değiştirmiş, 60-70’li yıllarda Asya ülkelerinin sokaklarında polislerle ölümcül çatışmaya giren gençlerin arşa yükselen  haykırışlarıda yine   “Yanke evine dön” olmuştu.

Gençlik ve günler birlikte hızla ilerliyorlardı. Yıl 1975, bir gün günümüzün medeniyetinin

[!] kullandığı takvimde cesur fotoğrafçıların Güney Asya’dan bize, tüm dünyada ki zulme başkaldıranlara ulaştırdıkları fotoğraflarla bir umudun gerçekleştiğinin görüntüsünü görüp, tüm varlığımızı etkileyen mutluluğunu yine ortak – beraberce  yaşamıştık.

Yankee ler o dönemde en mükemmel şekilde korunan Saygon’da ki ABD büyükelçiliğinin çatısına inen helikopterlere binip de kaçabilmek için birbirlerini yumruklamalarının görüntüleri tüm dünyayı anında dolaşmıştı. Helikopterler de yer kalmadığında da biri diğer Yanke’yi yumruklayıp iterek, helikopterden atarak kendisini kurtarıyor ve kaçıyordu.

 

 

Yankeler II. Dünya savaşından kalma Sovyet yapımı silahlarıyla bir sabah vakti Saygon’da ki binlerce tünel kuyudan çıkan Vietkong gerillaları önünde çareyi kaçışta bulmuşlardı. ABD’nin dünyada en iyi korunan kalesi çökmüştü……

Cesur fotoğrafçıların o günün teknolojisiyle dünyanın her köşesine ulaştırdıkları kaçış anının fotoğrafları, bizim neslin hafızasında derin izler bırakmıştı.

Dünyanın en güçlü devletinin, dünyanın en fakir, ama en iradeli, özgürlüğünün tutsağı bir halkın direniş, kurtuluş mücadelesi önünde dayanamayıp kaçışını belgeleyen o görüntüler,belleğimizde silinmeyecek yerler aldılar.

İnsan iradesinin, varlığında mevcut olan en büyük güç olduğunu Saygon’dan gelen görüntüler bir kez daha kanıtlamışlardı.  O görüntüler insan iradesinin haksızlığa, zulme karşı direncini göstermenin yanı sıra, işlenilen savaş ve insanlık suçlarının mağdurlarda yarattığı karşı tepkiyi, direnişi , işgalciyi kovuşu, tarihin silinemeyecek  sayfalarına işliyordu.

Ulusal iradenin, özgürlük, bağımsızlık tutkusunun dünyanın en güçlü devletini dahi perişan edip kaçırtabileceğini ispatlıyordu.

ABD gibi bir askeri, ekonomik güç, trajikomedi sahnesinde perişan oyuncu rolüne mahkûm olmuştu. O sahneler insan iradesinin, direncinin dünyanın en iyi donatılmış ordusunu yenen tutsak alanın insanlık tarihinde silinmesi mümkün olmayan  kanıtlarıydı.

ABD, 20.c yy. da 1980 tarihinde, yani Saygon kaçışından 5 yıl sonra ikinci kez insanlık tarihine geçen “sefil kaçamayış”ı Tahran’da yaşadı. O tarihlerde halen “Yanke go home” haykırılan yıllardı. ABD’nin CIA’sı 1953’de demokratik seçimlerle göreve getirilen hükümeti yıkıp, Roma’da sürgünde yaşayan İran Şahı’nı Roma’dan Tahran’a götürüp tahta oturtmuştu.

Komünist ideolojinin yayılmasını durdurabilmek için, radikal İslam konseptinin yaşama geçirildiği yıllardı. ABD bu konsept çerçevesinde Bağdat’tan  Ayetullah’ı alıp Paris’e götürüp korumuş, beslemişti.

Kendi CIA’sı eliyle tahta oturttuğu İran Şahı’nı da kaçışa zorlayıp, yeni hükümdarları olan Ayetullahını özel bir uçakla Paris’ten Tahran’a taşımıştı.

O yıllarda ABD’ nin en iyi korunan büyükelçiliği Tahran büyükelçiliğiydi. Ayetullahları Tahran’a vardıktan sonra yaptığı ilk icraat kendisini yüce  tahta oturtanı “En büyük şeytan” ilan etmekti.

Akabinde de Tahran´in ilk görevi, ABD büyükelçiliğini bastırtıp yüzlerce diplomatı-çalışanı rehin aldırtmaktı. Öyle gözüküyordu ki Ayetullah, Saygon’daki ABD büyükelçiliğinden kaçıştan, Amerika’dan daha iyi ders çıkarmış ve daha erken davranarak ABD personelinin kaçışlarını engellemiş, önlemişdi! Yanke Tahran’dan evine dönememiş, gözaltına alınmıştı!

 

Yahudi inancı aydın ve siyasetçilerinin medeni dünyaya “İslamiyet’i radikalleştirmekten vazgeçin” ricaları, haykırışları, seslenişleri, soğuk duvarlara çarpmış, buzlaşmış, cevap bulamamıştı.

Komünizmin çöküşünü takiben yeni bir tehlikenin yaratılması gerekiyordu! Bu kapsamda 2001 yılından sonra Suni mezhebinin radikalizmine karşı Şii dünyasını güçlendirme projesi devreye sokuldu. Günümüzde Irak’ta yaşananlar bu projenin bölgesel/lokal uygulamalarıdır.

 

Bagdat Abd Elciligi

Bağdat’taki Amerikan Büyükelçiliği günümüzde,  aynen Saygon’da, Tahran’da olduğu gibi, Amerika’nın dünyada ki en büyük, en iyi korunan büyük elçiliğidir. Sinema salonlarından, yüzme havuzlarına, saunalarına, tenis kortlarına kadar. Orası diplomatlarını Bağdat cehenneminde Amerika’daki yaşam tarzlarından mahrum etmeyen, etrafı günümüz teknolojisinin en ileri tekniğiyle örülmüş duvarlara sahip, duvara yaklaşan sivrisineği bile tespit eden teknolojiyle korunan 21. yy. ileri teknolojisinin kalesidir.

Belki de yeniden bu kalenin içindeki binaların üzerine aynen Saygon’daki gibi orada yaşayanları kurtarmak için inecek helikopterlerin inişlerine şahit olacağız,ya da bu düşmez kalenin yıkıntıya dönüşmesinin görüntülerini izleyeceğiz.

Bir farkla! Vietnam’daki Vietkongların elinde ikinci dünya savaşından kalma ilkel Sovyet piyade silahları vardı. Bugün Bağdat’ta cirit atan Şii milislerse Amerika’nın en sofistike (Abrams tankları da dahil) silahlarıyla donatılmışlar. Amerika’nın dünyadaki en ileri teknolojiyle köleleştirilmiş bu mekanı yine Amerika’nın en sofistiğe silahlarına karşı kendisini koruyabilecek mi?

Ne dersiniz Yanke Bağdat’tan evine dönebilecek mi?