Xanım Mılan
IMPNews – Prag’da bir Diyarbekirli, ısmarlama siyasi davaların 63 yaşındaki eli kelepçeli mağduru Dr. Yekta Uzunoğlu ile ilgili 07.05.2017 tarihinde yayınlanan Prag’da bir Diyarbekirli – 1 başlıklı yazının ikinci bölümü.
Çekya da mahkemeye gitmeyene yönelik işlemler nasıl yapılıyor?
Çek Cumhuriyeti, Suriye, Mısır, Somali değil. Avrupa şartlarında normal olmayan bir gelişti. Daha önce de 1 kez mahkemelere çağrılan doktor işleyişi biliyor. Görevli kendisini arıyor, randevu alıyor, mahkeme binasına gidip mahkemeye çağrı metnini alıyor. Bu kez durum çok farklıydı. Komandolar görevlendirilmişler, bazıları bahçe duvarını aşarak içeri girmişler, bazıları dışarda beklemişlerdi. Sadece üstünü değiştirmesine müsaade edildi.
Ben doktorun arkadaşının polislerle yaptığı konuşmadan sonra telefonu kapattım. Polislerden biri bana kartını göstererek “Kriminal polis” dedi ve benim kimlik kartımı istedi. Odaya dönüp pasaportumu alıp getirip eline verdim. Onlar kimlik bilgilerimi kaydederlerken ben mesleğimi açıkladım. Prag’da bahar serin değil soğuk geçiyor. Doktora kalın giyinmesini tavsiye ettikten sonra polisleri izlemeye aldım. “Kriminal polis” diyen kişi kütüphane bulunan odanın kapısından hızla içeriye doğru yöneldi. Ben de peşi sıra kendisini izlemeye aldım.
Birkaç gün önce dinleyici “böcek” cihazı bulduğumuz tarafa doğru dikkatle bakıyordu. O bakış bana merakın nedenini hatırlattı. Dinleyiciyi bulmuş, yerleştirildiği yerden çıkarmış, açmış, pillerini kenara koymuş, bilgi göndermesini engellemiştik. O kişiyse bir bileni, belki de yerleştiren olarak göz atıyordu. Dinleyiciyi bulduğumuzda doktor. “Polisler gelip buralarda beklediklerinde, dolaştıklarında ben resimlerini çekiyordum. Oysa dinleyici içerdeymiş. Onlar ona yönelik görevlerini yapıyormuşlar” demişti.
Doktor hızla giyinmişti, salona geldi ve gözlerimin önünde elleri kelepçelendi. Ellere vurulan kelepçe Kürd onurunun, dik duruşunun, kurumayan özgürlük çiçekleri serpiştiricisinin, sürekli filiz veren ağacın köküne tuzlu ayran dökmeye benziyordu. İçimde oluşan tepkiyi, sorularımı, his dünyamı perdeleyerek onları izliyor, amaçlar ve bedeller, bilinçli tutkular ve sonuçlar, halkı ateş çemberinde yaşayan cesur yüreklere reva görülenler, yaşadık, yaşıyoruz, yaşayacağız dedim. Tutkularımızın gerçeğe dönüşmemeleri için maaşlı olarak bizlere karşı caydırıcı güç olmayı görev kabul eden, Kürd “dînemê”lerden rahatsız olanların kelepçelerinin yetenekli vücudun bileklerine takılışlarına şahidim, gözlerimi ayıramıyorum diyerek zaman kaybetmeden yapmam gerekenleri düşünüyordum.
İngilizce görevi devraldı ve dillerini bilmediğim polislere doktoru nereye götürüyorsunuz sorusunu sorup, merkezinizin adresini verir misiniz isteminde bulundum. Gerçekleştirdiğim telefon konuşması sonucu kendilerinin evde oldukları anlaşılmıştı. Gizlenme imkanı yoktu, itiraz edemediler. İsteğim kabul gördü. Pasaportumu inceleyen kişi adresi yazıp bana doğru uzattı. Ben uygulamayı izleyen bir Kürd olarak gözlerimin önünde hareket eden kısacık bedene, kalın bileklere, 11 yaşındaki bir çocuğun ellerine sahip olan o parmakların hünerlerinden, o beynin üretiminden rahatsız, tedirgin olan karar vericilerin felsefelerinden tümüyle rahatsız olmaya başladım.
“Bedenimi hücrenize tıkayabilirsiniz ya ruhumu ve düşüncemi nasıl esir alabileceksiniz? Buna gücünüz yetmez. Her şey halkımın da diğer halklar gibi devlet sahibi olabilmesi için.” diyen insanlarımızın haykırışları, oğlunun cansız bedeni Kasaplar deresine “Newala qeseban” doğru sürüklenen Kürd ananın karnına vurarak “10 Metin daha doğuracağım” kararlılığı, cesareti, Amerika kıtası yerlilerinin işgalci beyaz adama “Güneşi, suyu, havayı nasıl satın alabilirsiniz?” diyen görüntüleri birbirlerine halkalandılar.
Bu insana, kelepçe takılan Kürd bilgesine yönelik ağıtımı, baş eğmeyen “Diarbekir Keko”suna “dînemêr”ine yönelik direniş parçamı içimde yazmaya başladım. Ey halkım, ey insanım dünyanın en zeki, en becerikli, yetenekli, onurlu, dürüst, paylaşımcı, sosyal, suçsuz, mazlumların koruyucusu, kollayıcısı, öğretici ışığı, eğitici gönüllüsü de olsan devletsiz kaldığın sürece hırpalanacak, aşağılanacak, itilip kakılacak, sürüklenecek, hisleri doyurulmadığı için, normal çocukluk, gençlik süreçleri yaşamadığı için aşağılık duyguları içinde kıvranıp kurban arayan, eziyet etmekten, itip kakmaktan zevk alan, insani değerlerden uzak şekillenen, boğalara ok saplamak için gün sayan düşünce yoksullarının hedeflerinden kurtulamayacaksın.
Ne kadar zeki, ne kadar yetenekli, ne kadar üretici, ne kadar insancıl, ne kadar şiddet karşıtı olursan ol değersiz, kimliksiz “ayak altı” insan muamelesi görmeye devam edeceksin, efendi değil köle muamelesine layık görüleceksin kelimelerini zincirleyip 400 metre karelik evin duvarlarına doğru savurdum.
İnsansız evde duvarda asılı duran Kürdistan bayrağıyla göz göze geldim.
Doktor merdivenlerden inerken, bahçe kapısından çıkana kadar istemlerini son derece içten ve duyacağım ses tonuyla bana anlatmaya, açıklamaya, yapmamı beklediği işleri izah etmeye devam etti. Biz Kürdistan adlı damarlarla beslenen ağacın farklı yönlerde meyve sunabilen dallarıydık. Bir ulusun aynı lehçe ve farklı dini anlayışlarına sahip insanlarının evlatları, aynı siyasi, ekonomik, sosyal amaçların sahipleriydik. Koçkıri’den Farqin’e, oralardan İsviçre ve Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemiş, amaçlarından dolayı sürgün yaşamlara mecbur olmuş bedel ödeyen “dînemêr, dînejin”larıydık.
Ben aynı kimlikleri, amaçları paylaşan, ortak hedefleri olan, eğilmeyen kişiliğini önemseyen, halkının kalkanı olan yönünü destekleyen, savaşçı yanına gülümseyerek bakan, pozitif berraklıkta yüzmesini alkışlayan, bağımsızlık halayında yan yana zılgıt çeken, siyah derili olupta beyaz maske takmayan, sorumluluklardan, görevlerden kaçış için bahaneler aramayan bu bilenimin “Halkım insana yaraşır muamelelere layık. Ruhum özgür topraklarımda yer değiştirmeli” cümlesini evetleyen biriydim ve tek tanık olarak o anda oradaydım. Gözaltı, kelepçe, üniformalarla evlere giriş bizlere yabancı görüntüler değillerdi. Sıradanlaşan günlük yaşamların alerjik biberleriydiler.
Işıklar evden uzaklaştığında telefonumun kapağını kaldırıp bir gün önce balkonunda soğuk rüzgârın sarmaladığı çam kokularını koklarken, kuşların konçertolarını dinlerken kahvesini yudumlayarak anlattığı geçmişini hatırlayıp düşünmeye başladım. Yakın arkadaşı Çek bayanı yeniden arayıp, yazılan adresi fotoğraflayıp kendisine gönderdim. Avukatı ve Çek basınını haberdar etmesini istedim. Çok az İngilizce bilen bayanla dil sorunu yaşıyorduk. Bir yakınımı arayıp o bayanla kontak kurmasını Almanca dilinde isteklerimi aktarmasını sağladım. Diğer yandan farklı ülkelerde yaşayan meslekten iki Kürdü aradım. Kürd medya elemanlarının durumdan haberdar edilmelerini, bazı kişilerin iletişim adreslerinin verilmesini rica edip, doktorun Almanya vatandaşı olmasından dolayı alman yetkililerin de bilgilendirilmelerini talep ettim. Zamanla yarışıyordum.
Bir yandan ben bir yandan bir yakınım telefon ve e-maillerle haber ulaştırma, bilgi alma işlemleriyle uğraştık. Konuşmalarım, yazışmalarım devam ederken saat 24’e doğru hızla çalan dış kapının sesiyle bilgisayarımdan uzaklaştım. Balkona çıktığımda polislerin arasında bulunan doktoru gördüm. Kendisi evin kapısını açmamı istedi. Aşağı indim, hızla içeri girdiler ve iki kişi üst kata çıktılar. Bu kelepçeli getiriliş beni şaşırttı. Şimdimi arama yapacaklar sorusuyla onları izlemeye başladım. Doktor benden telefonunu, ilaçlarını istedi. İlaçları yerleştirmiş olduğum kutuyu uzattım.
Telefonu ararken biryandan da kendisiyle konuşuyordum. Avukatlarından birinin telefon numarasını, Kamışlo’dan olup doktorun kendisine master yapma olanağı sunduğu, 2 yıl doktorla birlikte kalan Kürd gencinin iletişim numarasını, kızının kimlik bilgilerini aldım. Psikolojik destek olacağını, geceyi daha rahat geçirme olanağı sağlayacağını bildiğim içim Doktora Kürd medyasını ve Prag’da yaşayan arkadaşını durumdan haberdar ettiğimi açıkladım. Gülümseyen gözlerle bana cevap verdi.
Kendisine konu nedir, bunlar niye geldiler, niye kelepçelendiniz sorularını sordum.
Kendisini öldürmek isteyen kişi hakkında dava açtığını, davanın aleyhine çevrildiğini, kendisinin suçlu muamelesi gördüğünü açıkladı. Hastanede yattığı için mahkemeye gidemediğini, doktor raporlarını hakime, mahkeme başkanına ve mahkeme idare müdüresine yattığı hastane odasından e-maillerle ilettiğini buna rağmen gitmeyişinin gerekçe gösterilerek gözaltı kararının alınmış olduğunu bu uygulamaya tabii tutulduğunu belirtti. Bu açıklama beni hem şaşırttı hem de rahatlatmaya yetti.
Bir Avrupa ülkesinde “Kriminal polis” o ülkede mal mülk sahibi olan, kaçma imkanı sıfır olan tanınmış bir Kürd şahsiyetini kelepçeleyerek mahkemeye götürmek için baskın yapmıştı!? Dr. Yekta Prag’dan kaçma istemi olan birisi değildi. 2 avukat tarafından savunuluyordu. Evinin basılması, kelepçelenerek götürülmesi gereken bir ölüm sevici, insanlık veya savaş suçları işlemiş her an kaçma ihtimali olan bir zanlı ya da suçlu değildi. Görüntü beni rahatsız etmeye devam etti. Ah devletsizlik demeye devam ettim.
O evinin, arabalarının, özel eşyalarının anahtarlarını bana teslim edip, isteklerini, beklentilerini yeniden sıralayarak, vurgulayarak elleri kelepçeli olarak evden çıkarılmayı beklerken gözlerime bakıyordu. Polislerin arasında olan kendisine tebessümle bakıp, yaklaşıp üç kez öptüm ve sorun yok, rahat ol, yoldaşım yanındayım dedim. Dış kapıya doğru götürülürken yalnız değilsin, yalnız kalmayacaksın, gereken her şey yapılacak emin olmalısını özellikle ekledim.
Ne kadar tutabilirler soruma “Ne olacağını ne yapacaklarını bilmiyorum, bu ülkede hukuk yok, halen yerleşmiş değil. Daha öncede iftiraya uğradım, 2,5 yıl yatırdılar. Uzun süre tutabilirler, kısa sürede de bırakabilirler. Beni hedefe koyan bu ülkede bulunan T.C.yle bağlantılı özel bir güç.” Açıklamasını ekledi. Bir yandan onunla konuşurken diğer yandan Kürd cesur yürek olmanın bedeli topraklarımızda da Avrupa ülkelerinde de kelepçedir. Yaşadık, yaşıyoruz, öyle görünüyor ki yaşamaya devam edeceğizle devam ettim. (M.E)
(Devam edecek…)
Leave A Comment