Sayın Ruşen Arslan’ın Niyazi Usta hakkında yazdığı kitabının 2. baskısının yayınlanacağı haberi benim ulaşabileceğim en büyük mutluluktur. 2004 yılında Çek Cumhuriyeti’nde devlete karşı verdiğim insafsız savaş sürecinde Sayın Ruşen Arslan’ın Niyazi Usta üzerine yazdığı kitap için anımı iletmemi istemine karşılık verememiştim.


1976 yılında Kendal Nezan ‘dan Niyazi Usta’nın ağır hasta olduğunu tıp eğitimi gördüğüm demir perde ülkesi Çekoslovakya’da duydum. Kendal Niyazi Usta’nın Paris’e geldiğinde karşılamış ama daha sonra her nedense o hasta haliyle benim yanıma Prag ‘a getirmeye karar vermişti.[ Kendal üniversiteyi bitirmiş, iyi bir geliri olan ihtisasıyla uğraşmakta ki Paris’te ulaşabileceği Mir Kâmuran Bedirhan ve onun inanılmaz geniş çevresi vardı…]
Ben ise daha üniversite 3. sınıfındaydım ve Çekoslovakya’daki en “mimli “yabancıydım! Bu unvanı hak etmiş olmamın bir nedeni de- herhalde Varşova paktı ülkeleri tarihinde bir ilk idi- 1975 yılında Hacı Ahmedi ile Kürt öğrencilerini organize edip Prag’daki İsveç Büyükelçiliğini basmış, açlık grevi yapmıştık. Bu “çılgınlığın“ nedeni Kürt halkını fizikî olarak yok etmeye kararlı Saddam Rejimi ile Komünist ülkeler arasındaki “kardeşlik” ilişkisini protesto etmek, dünya kamuoyunun dikkatini bu başlamış olan yeni bir Kürt jenosidine çekmekti! Batı ülkeleri Kürtleri sevdiklerinden değil, komünizme olan düşmanlıklarından dolayı bu olayı tüm batı dünyasında ana haber yapmışlardı. Çekoslovakların komünizmi yenileme girişimi 1968 yılında Sovyet tanklarıyla ezildiğinden, halkın çoğu batı medyasını radyolarla takip ediyorlardı ve batı dünyası da komünist ülkelere ulaşabilmek için özel donanımlı radyo istasyonlarından yayın yapıyorlardı. Hemen hemen her Çekoslovakyalı aile akşam saatlerinde özel antenlerle donatılmış transistor radyolarının başında batıdan gelen haberleri dinlerlerdi. Ve biz birkaç Kürt öğrencisi onların özgürlük rüyalarını tanklarıyla çiğneyenlere başkaldırmış ve bu isyanımızla o ana kadar doğru dürüst ismini bile duymadıkları Kürtleri tanımışlardı, kâh Amerika’nın Sesi radyosundan kâh Özgür Avrupa radyosundan ya da BBC’den!


Grevi bitirip (kâğıt üstünde de olsa şartlarımızı kabul ettirdikten sonra) İsveç Büyükelçiliğini terk ettiğimizde Çekoslovakya halkının gözünde istemesekte kahraman olmuştuk ama komünist istihbaratın namlusunun hedefindeki de olmuştuk.


Buna rağmen özetlemesi mümkün olmayan seferberlikle Niyazi Usta’nın pasaportuna komünist ülkesi damgası veya vize vurulmadan Prag’a varmasını sağlamıştım. Kendal Nezan Niyazi Usta’nın Prag’a bu ilk gelişine eşlik edip “teslim“ ettikten sonra Paris’e döndü. Niyazi Usta’yı Komünist ülkelerin en gözde üroloji kliniğine yerleştirmiş hem de şahsen kliniğin başkanının özel hastası statüsüne kavuşturtmuştuk. Niyazi Usta önerilen tedavi yöntemini önce kabul etmedi, daha sonra gidip oğlumla vedalaşayım deyip birkaç hafta sonra en geç 1 ay içinde dönmesini rica ettiğimiz Niyazi Usta yine Paris üzerinden gitti ama ne yazık ki birkaç ay sonra bu kez de Mehdi Zana refakatinde geldi. Maalesef geçen süre zarfında artık kanser yayılmıştı…
Klinik öğrencisi olduğumuz Çarls Üniversitesinin 1. Tıp fakültesinin kampüsü yanındaydı. Gerek ben gerekse oda arkadaşım kadim dostum — ki şimdi dünyanın en önde gelen tıp uzmanlarından biri- Pavel Martasek ders arasında kim zaman bulursa gidip Niyazi Abe’yi ziyaret ediyor ve okul bitişinde de o uyuyuncaya kadar yanında kalıyorduk.
Benim bir tek dayım vardı. Annem ve dayım anneleri genç yaşında vefat ettiği için yetim büyümüşlerdi ve birbirine ancak şiirle dile getirilebilinecek sevgi bağıyla bağlıydılar. Benim o dayım Niyazi Usta’nın okulda sınıf arkadaşı ve hem de Niyazi Usta’nın babasının medresede verdiği derslere beraber gidenlerdi. Diğer deyimiyle Niyazi Usta’nın çocukluğundaki en yakın insanıydı dayım.
Niyazi Usta daha sonra okulu bırakmış bir terzinin yanında çırak olarak öğrenimine devam etmiş, dayım ilkokulu bitirdikten sonra medreseye devam etmiş, ortaokul ve liseyi dışarıdan bitirmiş akabinde ilâhiyat okumuş ve Türkiye‘nin en genç vilayet müftüsü olmuştu ama Niyazi Usta her zaman onun yaşam sırlarının ortağıydı… Bu sırlar arasında dayımın ninesinin ermeni kilisesi mensubu olmasıda vardı… Yani dayım yarı “ermeni “ olmasına rağmen — ki bunu kendisi de çok sonra öğrenmişti- TC’nin en genç vilayet müftüsü olmuş. 60’ lı yıllarda Farqin’in iki mederi iftiharı şahsiyeti vardı, biri Dr. Yusuf Azizoğlu diğeri de rahmetli dayım…
Her gün gibi yine bir gün ders bitiminde Niyazi Abe’nin klinikte çok özel donatılmış odasına gittim, sandalyeye oturup elini elime aldım. Abe bugün nasılsınla sohbete başladık tabii artık tedavisinin mümkün olmadığını biliyordu.


Biraz sohbetten sonra bana dedi ki: Yekta biliyor musun? Biz Mehdi ile bu kez trenle gelirken pencereden tabiatı seyrettim. Almanya- Fransa sınırında uçsuz bucaksız yeşil tarlalarda sayısız büyük ama çok büyük ve güçlü inekler, boğalar otlanıyordu. Cinslerini merak ettim, sordum bunların cinsi nedir? Dediler bunlar Hollanda ineği. Hayran kaldım o ineklere. Sana bir şey söyleyeyim mi Xuda şahidimdir eğer bir gün ahirette duyarsam ki bu inekler yeryüzünde sosyalizmi kendi aralarında kurmuş inanırım. Ama melekler bile gelip bana deseler ki Türkler yeryüzünde sosyalizmi kurmuş asla inanmam! Ben dondum kaldım, çünkü onun acılarını, geleceğini onunla beraber yaşayan idim. Tüm bu acılar varken bu sosyalizm de nereden çıktı?


“Niye Abe?” diye sordum. Yahu Yekta ben o ineklere baktım her biri sakin sakin otlanıyor, her birinin yanında otlananların hakkına hukukuna saygısı vardı, her biri hem kendisiyle hem yanındaki diğer ineklerle ve hem de otlandıkları tabiatla barışıklar bunlar sosyalizmi kurmasında o hır-hop Türkler mi kursun! Meleklerde gelse dese ki Turkolar sosyalizmi kurmuş inanmam…
Niyazi Usta Kürt Halkının 20. yüzyılda erken kaybettiği ulu bilgesiydi…
Ruhuna Saygıyla …


Dr. Yekta Uzunoglu