Ortadoğu lanetli topraklar olduğu için mi Xûda -Yaradan- 3 peygamberini, yüzün üstünde kutsal kişilikleri uslanmaları için o topraklara gönderdi?
Hazreti Adem’den Nuh’a, Yunus’a, İsmail’e, Muhammed’e kadar hepsi Xûda adına o topraklardakilerini binlerce yıl ıslah etmeye çalıştılarsa da nafile!
Yaşadığımız uzun bir hayat boyunca o toprakların insanları olarak Xûda’nın mahkûm ettiği acıları biz de tanıdık, biz de yaşadık, yaşamak zorunda bırakıldık.
Ne bugün ne de yakın gelecekte Ortadoğu’nun artık unuttuğu, rüyalarında bile görmeyi terk ettiği sulha kavuşması mümkün değil gibi gözüküyor.
Önümüzde yeni bir savaş var daha “eskileri” bitmeden. Bu kez de İran’la.
Bir yarım yüzyıl ABD’de eller üstünde tutulan Suudilere ne oldu da 11 Eylül yaşandı, medeniyete yaşattılar? Ondan sonra kitaplarda okunuşu bile inanılmaz gelecek bir süreç başladı, başlamak zorunda bırakıldı. 11 Eylül’e kadar kardeşten yakın algılanan Suudilerin ihanetini ve bu ihanetinin cezalandırılmasının getireceği yıkımlar hesaplandı. Sonunda yakın geçmişte ABD’nin yarattığı gözü kanlı Ayataohların şii İran’ıyla suniler rasında tampon devlet oluşturan Irak’taki Saddam düşürüldü. Şiiler hükmetmeye davet edilirken, İran-Irak-Suriye’yle şîîler azılı düşman Suudilere komşu edildi. Sudiler diğer Arap Yarımadasındaki Sünni Emiratlar, Qatar ve Türkiye’yle birleşerek DAİŞ’le bunu durdurmaya yeltendiler, akabindeki tablo ortada.
Tüm bunlar yetmiyormuş gibi, 13 Aralık 2017 tarihinde Suudi Kralı İslam İş birliği Teşkilatı’nın İstanbul zirvesinde Erdoğan’ın gazına gelerek Amerika’ya “Biz sizin ekonominizi çökertiriz!” diye haykıran oldu. Suudilerin bu kartı Amerika’ya karşı kullanma hevesleriydi 11 Eylül’e sebep olan! Ama Suudi Kralı yorgan altından 1999-2001 yılına kadar Amerika’ya gösterilen bu silahın değişen oyunda yerinin artık olmadığını anlayamamıştı daha. Onlar hâlâ 11 Eylül öncesindeydiler…
DAİŞ’le hedeflenen, İran’ı durdurmanın yanında bir de Katar ve Suudi Arabistan’dan Suriye’nin DAİŞ’çe kontrol edilecek bölgesinden Türkiye’deki ağa bağlanacak petrol ve gaz hattı döşemek vardı planda. DAİŞ onu yaratan 3-4 ülkeden birisince gerek Irak’ta gerekse Suriye’de Kürtlerin üzerine saldırtılmamış olsaydı belki bu plan başarılı olacaktı! Bağdat ve Şam yakınlarına kadar gelmiş DAİŞ’i “önce Kürtlere” emirini veren ile diğer ortakların daha sonra birbirine düştüğü saklanılmayacak bir gerçek artık. Suudiler, Emiratlar ve Türkiyeyle “bir anda” oluşan günümüzdeki düşmanlıkları…
13 Aralık 2017’de İstanbul’dan Atlantik’in diğer yakasına gönderilen tehdit, alaycı bir gülümsemeyle kayıt edildi ve birkaç ay geçmeden Suudi Kralı tüm yetkilerini Prens Salman’a “gönüllüce” devretti ve akabinde Trump tüm kuraylarıyla Suudi Kralıyla Riyad’da Kraliyet Sarayı’nda kılıç dansı ederken, yandaki odada 130 milyarı aşan silah sözleşmesi imzalanıyordu!
Suudilerin Amerika’daki tehdit unsuru olarak kullandıkları sermaye 600 milyar civarında tahmin ediliyor ve o an imzalanan o sözleşmeyle 5/1’den fazlası eridi. Ama bu sadece bir başlangıçtı! Emiratlar, Katar ve Suudilerden geri kalmamak için silah alma yarışına girdiler, her ne kadar Trump o günlerde Katar’ı terörü desteklemekle suçlasa da akabindeki günlerde on milyarlarca değerinde silahı da sattı suçladığı Katar Prensine.
DAİŞ üretildiğinden günümüze gerek Amerika gerekse tüm Avrupa ülkeleri silah üretiminde ve satışında tarihlerinin rekorlarını kırıyor ve siparişleri yetiştiremiyorlar. Yaşadığım Çekya da bile komünizm döneminden kalan ve açık alanlarda on yıllardır paslanmaya terk edilmiş ne kadar zırhlı araç varsa hepsi “yenilenerek” Irak’la Suriye’ye satıldı! Hatta koleksiyoncuların bahçelerinde barındırdıkları zırhlı araçlar bile satıldı! Avrupa’da hurda silah bile kalmadı! Ki Avrupa –Amerika da dahil- bu hurdaların yok edilmesi için her yıl bütçelerinden milyarlar ayırıyorlardı.
Ama madem Amerika 13.12.2017 de tehdit edilmişti tehdit edenlere ve ettirenlere tükürüklerini kan kusturarak yalatacaktı.
DAİŞ bitti, dünden güreşe hazır Iran sahaya çekildi ve Suudiler, Emiratlar, Katar’ın “gönüllerini kırmamak” için Trump Senatoyu da Kongreyi de oyun dışı bırakarak (ya da yok sayarak) bir gecede yeni ve ani silah satışına onay verdi! İkinci Dünya Savaşı sonrasıAmerikan tarihinde bu bir ilk olsa gerek! Arap Yarımadası’na satılan ve satılacak silahların bedeli 450 milyar dolara dayandı! Tehdit konusu olan 600 milyardan görünürde 150 milyar kaldı! Eğer kaldıysa…
Amerika İran’la sıcak çatışmaya girecek mi? Evet, gidişat onu işaret ediyor. Ama şimdiye kadar Amerika’nın girdiği savaşlardan bu harekâtı ayıran 2 temel fark var. 1.Girerse savaşın tüm bedelini Suudi, Emirat, Kuveyt ve Katar’a faturalayacak ve faturanın bedeli ödenmedikçe girmeyecek. Tıpkı geçen sene Suriye’ye bir sabah seheriyle “ansızın” fırlattığı 107 roket gibi. Önce bedelini Prens Salman ödedi ve ondan sonra roketler fırlatıldı. Diğer savaşlardan 2. farkı da Amerika kara harekâtına arık bulaşmayacak. İsraillerden aldıkları veya İsrail’in onlara öğrettiği artık klasik diye algılanan İsrail yöntemiyle savaş yürütülecek, yani stratejik noktalar gemilerden, uçaklar, helikopterlerden, denizaltılarından atılan roketlerle yok edilecek. Bir taraftan askeri noktalar, diğer taraftan rafineler vurulacak -ki İran’ın zaten rafineleri kendi öz ihtiyacını bile karşılayamıyor ve tükettiği benzin mazotu bir kısmını kendi petrolünü uzak ülkelerde rafine ettirip geri getirerek karşılayabiliyor-.Türkiye çok sevildiği için Türkiye İran gaz boru hattının ana tesisini vurma ihtimali de yüksek tabi. Amerika’nın önümüzdeki dönemlerde savaşlarda kara yerine hava harekâtını tercih edeceğinin belirtililerinden biri de savunma bakanlığı koltuğuna tüm mesleki hayatını uçak devi Boeing in askeri projelerinde geçirmiş, bu projelerin onursal başkanı olan Patrick M. Shanahan atanma sıdır.
Askeri ve ekonomik yıkılışın ardından İran’da halkın ayaklanması planlanıyor mu, bilemiyorum ama rejimin değişmesi projede gözükmüyor. Bu rejim zaten istenilen-arzu edilen rejim. Rejimi değiştirerek sulha belki de gidebilecek bir yolun açılmasının getirisi ne olabilir ki Amerikalılar açısından? Gerçi bir buçuk yıl önce Trump yine kendisine hâkim olamayıp İranlıları sokaklara davet etmişti ama bu davetin arkasında devlet olmadığı için bir kuru yel gibi gelip geçti.
Amerika’da 2 milyon kişi petrol-gaz sektöründe çalışıyor. 2 milyon insanın çalışabilmesi için onlara hizmet veren yan sektörlerde de en az 800.000 insan çalışıyor ki bunlar Amerika’daki çalışan kitlenin %1,8’ni oluşturuyor. Mukayese edebilmek için: dünya araba devi olan Almanya’da araba sektöründe 900.000 insan çalışıyor! Amerika bundan 19 yıl önce geliştirmeye başladığı “kaya gazı” ve boşalmış petrol kuyularındaki kayalardan petrol emme teknolojisinde tekniğin ve bilimin sınırlarını aştı ve önümüzdeki 5 yıl içinde petrol ve gaz sektöründe çalışacak insan sayısının 4 milyonun üstünde olacağı artık biliniyor. -ki bu 4 milyona ek hizmet verenlerle birlikte bu sektörde çalışacak insan sayısı 5 milyonun çok üstünde olacak.
AMA! Bunun gerçekleşebilmesi için dünyadaki gaz ve petrol üreticilerinin durdurulması veya kontrol altına alınması gerek! Bu gereksinmeyi gerek yapan diğer faktör de ; 4 yıldır “önüne gelen” herkes denetimsiz petrol çıkarıp piyasaya sürüyor ve petrolle gaz fiyatları alt sınır olan varili 100 doların hâlâ çok altında! Bu fiyatlarla Amerikan gazının “iyi kazanç” yapabilmesi zor, çünkü Amerika, Katar gibi gazını –125’le 165 derecede dondurarak ancak ihraç edebilir. -ki bu da maliyeti ve satış fiyatını zorlayan faktördürlerden biridir-. Ama eğer İran durdurulursa, İran’ın roketlerinin birkaçı Suudi Arabistan, Emirat ve hatta Katar’ın petrol-gaz tesislerinin üstüne yağarsa durum değişir. Tıpkı Venezuela planı gibi! Amerika vurur, attığı her roketin bedelini Araplara kat kat keserek ödetir, böylelikle silah sanayisini daha da canlandırır ve bedelini Arapların sattıkları petrol- gazıyla ödettiği roketlerle dünya piyasasındaki gaz ve petrol miktarı düşer, düşünce de fiyatlar yükselir, o zamanda Amerika kendi kaya gazı-petrolünü piyasaya layık gördüğü fiyatla sunar. Amerika’yla Türkiye’nin dalaşmasının arkasındaki ana neden ne SS 400’ler ne de Türkiye’deki demokrasi ya da antidemokratik sicil yatıyor. Ana sorun “Türk Akımı” gibi Türkiye’yi Rus gazına, Azerbaycana bağlayan hatlardır. -Ki bu hatlar sayesinde Rus gazı balkanlara oradan bir gün Avrupa’ya ulaştırılmaya çalışılıyor-. Bu da Amerika açısından kabul edilir bir durum olamaz. Amerika’nın gaz ve petrol konusunda değil Türkiye’ye, Avrupa’ya hele hele Almanya’ya karşı tutumu da farklı değil, yöntem farklı sadece. Bir yıldır onlarca Amerikan “lobi uzmanı” ya da Amerikalılar için çalışan Alman lobi uzmanları Almanları Kuzey Denizi’nde Rusya’dan Almanya boru döşenmesi çoktan başlamış ve sürmekte,bu yıl sonu bitmesi planlanmış boru hattının döşenmesinin durdurulması için “ikna ” çabasındalar. Almanya’yla Rusya arasında imzalanmış ve uygulamaya geçilmiş,bitmek üzere olan milyarlar değerindeki projeyi “durdurun” diyor Amerika. Alman Bakan Altmaier’in de katıldığı kapalı bir “ikna” toplantısında Altmaier’in o görkemli (190 cm,140 kg) yapısıyla kısa boylu cılız Amerikan meslektaşı karşısında içine düştüğü acizliğin görüntüleri içler acısıydı ve daha şimdiden Almanya Amerika’dan gelecek dondurulmuş gazın işletilmesi amacıyla kurulacak tesisler için iki liman kentini “gönülden” (Amedliler peşkeş çekti derlerdi) önerdi bile. Kuzey Denizi’nden Rusya’dan ilk Almanya’ya gaz hattı çekilmesi projesi sosyal demokrat şansölye Schröder’in onayıyla oldu, şansölyeliğine mal oldu gerçi ama düştükten sonrada Rus gaz şirketlerine “danışmanlık” görevini üstlenerek şansölye maaşından kat kat yükseğiyle kendini teselli etti. -ki o yıllarda Amerika daha ihraç edebilecek kadar gaz ve petrol üretmiyordu.Sosyal demokratlar Almanya’daki koalisyon hükmetti içinde ikinci Kuzey Denizi gaz boru hattının tamamlanması için direten ana güç, geçen hafta Avrupa Parlamentosu seçimlerinde uğradıkları hezimet bunun faturası mıydı diye sorası geliyor insanın. “Keşke Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı sonrası tarihinin bir kısmını bir zat yaşamış, tanımamış olsaydım” diyesim de geliyor. O zaman birazcık da olsa renkli idealizmle bakabilirdim. Ama Almanya’nın içine düştüğü süreç hiçbir renge yer vermeyecek kadar reel.
Trump’ın bazen uluorta açıklamaları oluyor , hızını frenleyemediği anlarında. Ama devlet kurumlarının projelerini değiştirmek bir tarafa, dokunamaz bile. Tıpkı birkaç ay önce Erdoğan’la telefon görüşmesinden sonra “Suriye’den çekiliyoruz Twitter’i” gibi. Amerika Suriye’den çekilmediği gibi Rojava’ya gönderilen silah miktarı 10.600 TIR’ı geçti. Bundan sonrada bu tür beyanlarda bulunması mümkün, 2 gün önce Japonya’da “İran’la görüşürüm” dediği gibi, ama var olan projeye gölge bile düşürmekten çok uzaktır bu tür çıkışları. Ki dünyada yavaş yavaş alışmaya başladı Trump bu ani çıkışlarına.11 Eylül’le gün yüzüne çıkan Amerikan – Suudi savaşı DAİŞ ve 13.12.2017 günü Suudi Kralının İstanbul’daki tehditinin ek faturası olarak da masada “yüzyılın “sözleşmesi var. Sözleşmenin detaylarını okurken gülmemek mümkün mü? Filistinliler ve onu on yıllarca besleyen körfez zengini Araplar hep birleşik bir Filistin için çabaladılar. “Tamam, birleşsin!” diyor masadaki yüzyılın sözleşmesi. İsrail “birleşmesine karşı değilim.” diyor, ama: “Buyurun Gazze’yle Ürdün sınırındaki Filistin bölgesini 30 m yerden yükseklikteki bir yolla birleştirelim ve yolun bedelinin çoğunu Araplar, bir kısmını da Avrupa ödesin.” -ki ödeyecek, Çin sükûnetini bozmasın diye inşaatını da Çin’e verecekler! Ve birleşik Filistin’se derdiniz; “işte buyurun size birleşik Filistin”. Bizim neslin gençlik yıllarında “Her şeyin bir bedeli var, öde Firuze…” ile başlayan Muazzez Abacı’nın okuduğu bir şarkı vardı…
Yakın gelecekte işleve sokulma ihtimali yüksek olan bu projeden ötürü Amerika’yı suçlamak mümkün mü? Hayır! Trump ülkesinin menfaatlerini savunmak için devletin başına seçimle, yani halkının iradesiyle getirilmiş ve ülkesinin, devletinin menfaatlerini korumak zorunda olan bir başkan! Gönül isterdi ki Ortadoğu’daki devletlerin başında olanlar da onun gibi kendi halklarına karşı sorumluluk taşmış olsalardı! O zaman ne İran’da meydanlarda insanlar katledilirdi ne Türkiye’de “kaşının üstünde kara var” diyenler zindanlara atılır ne de Suudi Arabistan’daki krallar, prensler ülkenin gelirinin hiç değilse “zekâtını” halkıyla paylaşacaklarına bir çılgınlıktan diğerine sıçramazlardı!
Xûda -Yaradan’ın veya Darwin islere göre tabiatın Ortadoğu halklarına altın tepsi üzerinde sunduğu zenginlikleri dünyadaki hiçbir kıtaya, mahlûka sunmamış; ama bu sunulan zenginliği tarihin tüm zaman dilimlerinde birbirini vahşice katletmekten başka bir şey için kullanmadıkları acılarla algılanan bir gerçek! Yakın gelecekte de bu acılı “qadim” gerçeğin değişeceğinin hiçbir emaresi de yok! Maalesef…
Fotoğraflar : Prens Bandar bin Sultan 11.eylülden önce ve sonra
Leave A Comment