Öyle görünüyor ki bu kurum insanın varoluşuyla birlikte doğan ve günümüze kadar da varlığını koruyan bir kurum. Ne ilahi ne de insani yasalar bu kurumu insan yaşamından azledemedi.
Medeniyetimizin gelişimi ile birlikte bir miktar “ilerleme” olmuş gibiydi. Yaşadığımız bu devirde “rehine” ve “rehinelik” kurumu insanoğlunun oluşturduğu yasalarca suç teşkil eder, ama rehine alan kişi bir insansa. Ya rehineyi alan, devlet gibi tüzel bir kişiliğe sahipse?.. Kağıt üzerindeki uluslararası yasalara göre o devlet „kölecilik” suçunu işleyen devlet kategorisine alınır ve uluslararası insani yasalara göre o devlete karşı uluslararası insan hakları bağlamında uygulamalar, yaptırımlar, uluslararası mahkemeler, Birleşmiş Milletler gibi kurum ve yasalar devreye girer. Türkiye gibi NATO üyesi ülkelerin rehin alma durumları itinayla uzun yıllar bu yasal uygulamaların dışında tutuldu.
Tarihten biliyoruz ki rehin alma olayı Avrupa’da da yaygın uygulanan bir kurumdu. Örneğin Fransa ve İngiltere arasında… İngilizler rehin aldıkları Fransız prens, düklerin hayatı karşılığında beyliklerindeki insanların tüm mal varlığını almak için onları kaçırıp rehin olarak tutarlardı.
Bizim kuşağımız devletlerin var olan tüm yasaları çiğneyerek uygulamaya aldıkları “Rehine Kurumu”nun canlı versiyonlarını hatırlarlar. Soğuk Savaş döneminde taraflar köprü üzerinde rehine takası yaparlardı.
Orta ve Doğu Avrupa’da totalitarizmin çöküşünden sonra çok heyecanlanmış, coşkuya kapılmıştık. Umut doluyduk, insan hak ve özgürlükleri, sivil birliktelik için, insani yaşam koşullarının iyileşeceğine, insanlığa inanmıştık. Aptal mıydık, yoksa naif mi? Ya da ikisi birden miydik?
17 Eylül 1992’de dört Kürt Avrupa’nın en etkili başkentinin merkezinde- Berlin- katledildiler. Bu dört Kürt oraya Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin Kongresinin davetli misafiri olarak gitmişlerdi. Delegasyon’ a sosyalist enternasyonalin üyesi PDKI ( Kurdistan Demokrat Partisi-Iran) ‚nın genel sekreteri arkadaşım Dr. Şerefkendi başkanlık ediyordu.
Kad Darabi isimli cani, baş suikastçı olarak Tahran’dan direk Almanya’ya gönderilir ve Berlin’de Dr. Şerefkendi ve arkadaşlarına yaptığı suikastın akabinde tutuklanır.
İranlılar acilen onu Almanya’dan çıkarmanın yollarını aramaya koyulurlar. Tanınmış Alman iş adamı Helmut Hofer o zamanlar Tahran’da yaşar, kamuoyunda güzel kadınlara düşkünlüğüyle de bilinir, tanınır. İran’ın Müslüman yetkilileri Helmut Hofer’in odasına güzel Müslüman kızlardan birini -kesinkes Allah’ın adıyla kutsayarak- gönderirler. Akabinde tutuklanır ve zina -Allah tarafından gönderilen Kuran’a göre- ile suçlanır. Ki zina yapmanın Allah’a itaat eden sadık İran’da cezası ağırdır ve şeriata göre verilir. Tutsaklara uygulanan insanlık dışı işkenceleriyle tanınan ama ismi şiirselliğiyle insanlıkla alay edercesine “Evin” yani “Aşk!” olan zindanda alıkonulur.
O dönem Almanya’sında hükûmet Sosyal Demokrat Parti ile Yeşiller Partisinin koalisyonunun elindedir. Gerhard Schröder Başbakan’dır ve Joschka Fischer ise Dışişleri Bakanı’dır. O Joschka Fischer ki, 1968’de genç devrimci isyancıların adaletsizliğe karşı başlattıkları mücadelenin neferi olarak yere yuvarladıkları polisi tekmeleyen kişilerdendir. Devrimci Fischer, demokrat ve hem de üstelik sosyal demokrat Schröder Hoger’i, Kad Darabi ile takas ederler, medya dünyasında utanmadan inanılmaz bir başarı olarak lanse ederek.
Evet, Schröder, başkanı olduğu siyasi partinin misafiri olarak gelenlerin katilini kendi iş adamıyla takas edendir. Yani Avrupa medeniyetinin en güçlü ülkesinin şansölyesi ve dışişleri bakanı Schröder-Fischer ikilisi Ayetullah rejimiyle masum Kürt kanı üzerinden “ticaret” yapanlardır.
Cani, suikastçı Kad Darabi İran’a intikalinden sonra dünyayla alay edilircesine mükafatlandırılarak İran’da İnsan Hakları Ofisinin başına atanır.
Leave A Comment