Xanım Mılan
IMPNews – Prag’da bir Diyarbekirli, ısmarlama siyasi davaların 63 yaşındaki eli kelepçeli mağduru.
Lobiler, ısmarlama siyasi, ekonomik savaş ve sonuçlar.
10 yıl önce yapılan davete Nisan 2017’de “evet” diyebildik. Ailece İsviçre’den Çek Cumhuriyeti’ne doğru ilerlemeye başladık. Hepimizde tanımadığımız bir ülkeyi tanıma, sanat, tarih, insan emeğinin güzelliklerini sergileyen, yaşam sevinci veren Prag ve diğer şehirleri tanıma istemi dorukta sabaha doğru mutluluk rüzgarlarına kaynaklık eden Prag’a vardık.
Kısa bir şehir turu sonucu mimari ihtişamı izlemeye başladık. İnsan olarak 360 derece bakış açımız yok. İlk kez adım attığım topraklarda bir yönü izlerken diğer yöndeki güzelliği görememenin kaygısıyla bakarken en iyi şekilde görme çabası harcadım.
Paris şehrinin altı katı büyüklükte yüzey alanına serpilen, nüfus olaraksa Paris’e göre çok az sayıla bilinecek insana yuvalık yapan bu şehir med-cezir misali her yıl yüzbinlerce turiste ilham verip, heyecanlandıran, bilgi kaynağı oluyor. Öğretici, eğitici sayfalarını duvarlarında sergiliyor. Kendi bilgeliğini gizlemiyor, faydalanmak isteyenden esirgemiyor.
Doğası, tarihi binaları, bohem felsefesinin mirası dekorasyonları haklı olarak insanları kendisine doğru yöneltiyor, yönelenleri de kucaklıyor. Sadece Prag değil sürekli bilgi açlığı çekenlere, öğrenme istemini doyuramayanlara kucak açan, bu ülkede her şehir farklı bir bilgi hazinesi.
1340’larda yenilenmiş olan Marienbad adlı kaplıca şehrine girdiğimizde muhteşem bir görüntüyle karşı karşıya kaldık. Dr. Yekta’nın çek dilini öğrendiği bu şehirde bulunan tedavi merkezleri, binaların muhteşem güzellikleri; bende ‘ne mutlu bana ki bu varlıkları, güzellikleri görme olanağına sahip olabildim, tanıdıkça, öğrendikçe yaşam güzelleşiyor’ duygusunu doruklara yükseltti. Bu tablo şehirde bulunmanın mutluluğu, insan, doğa sevgisi güneş ışınları gibi beni ısıtırken, bir eşarp gibi başımı sararken, bir gözlük gibi daha net görmemi sağlarken, burada öğrenim gören kişilere sunulan olanakları öğrendikçe de heyecanım benden önce şehrin merdivenleri tırmanıyordu.
Goethe’nin evine doğru ilerlerken Bethoven, Chiler, Mozart, Chopin, George Sand vb. bu şehirde yaşamış olduklarını öğreniyoruz. Üreticilikleriyle şehri zenginleştirmişler. Bize rehberlik eden bu Kürd doktor; edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı bu şehirde eğitmenlerinden, şehrin yöneticilerinden öğrenmişti. Özellikle bu dalları sevmesi, öğrenmesi, gelişmesi için iteklenmişti. Atları bu şehrin kırlarında tanımış, at biniciliğini burada öğrenmişti. Burada yol haritası çiziliyor, bilgiyi kullanma, girdiği ortama uyum sağlama, bütünleşme kılavuzu eline veriliyor, geleceği şekillendiriliyor. Çok önemli bilgi olanaklarına kavuşması sağlanıyor. Kendisinin geleceğinin anahtarı olan öğrenme kapasitesi Kürd ulusunun zekasının sembolüdür. Onurla temsil eder, sözcülük yapar. Akıl tembelliğinden uzak durmayı öğrenip beynini enerjik vücuduyla bütünleştirir. Vücudundan fazla enerji tüketen beyninin her gün düzenli olarak kullanır.
Bu beyin, bu olanaklar içinde koşulları değerlendirir, kendisini geliştirir. Halkının dili, kalemi, yazılı tarihi olmaya karar verir. Birey ve güzel sanatlar, birey ve doğal yaşam felsefesi bu şehrin okul sıralarında yuvadan uçmayı öğrenmeye başlayan Kürdistan isimli bu şahine enjekte edilir. O, edebiyatı, resimi, heykeli, mimarlığı, musikiyi, tiyatroyu, dansı kendi kimliklerinin, dünyasının, sosyalizasyon kazandığı Diyarbekir topraklarının insanlarının sesi, çığlığı olmak için değerlendirir.
O bu şehirdeki anılarını anlatırken, ben İstanbul’da bana ve bizlere yaşatılanları yeniden film şeridi gibi hatırlamaya başladım. İyi ki bu olanaklardan yararlanabilen insanlarımız olmuşlar düşüncesiyle kendisini dinledim. İstanbul’da 12 Eylül cuntasının şemsiyesi altında geçen kendi öğrencilik dönemimi, yaşadığım, üzerimde uygulanan devlet şiddetini, lise öğrencisiyken fizik hocası tarafından dövülüşümü ve bu şehirdeki öğrencilerin öğrenmeleri, gelişmeleri, uygulayıcı olabilmeleri için özellikle siyasal sistemin temsilcileri, öğretenleri tarafından iteklenmelerini, değişik alanlarda, konularda eğitilmelerini, yaşama kazandırılmalarını duydukça keşkelerle dakikaların birbirlerini kovalamalarını bile his edemedim.
“Keşke kullanma olanağı bulduğunuz o olanakların yüzde 5’ine ben de sahip olabilseydim ve gençlik dönemimi Selimiye, Metris cezaevlerinin hücrelerinde değil de sizin yaşama olanağı bulduğunuz böyle öğretici, eğitici, geliştirici bir ortamda ve itekleyici, öğrenme aşkını vücuda enjekte eden koşullar içinde geçirebilseydim” dedim. Güzelliklerin çirkin görüntülerle yer değiştirmemeleri için yönümü suyun sesine doğru çevirdim. Anı yaşamak, değerlendirmek kötüyü kovmak, etkisini sıfırlayabilmek güzelleştirici etkiyi şahlandırıyordu.
Dünya Kürd Ögrenciler Birliği’nin üyesi ve burslusu olarak Çekoslovakya’ya adım atan Dr. Yekta bütün olanaklardan yararlanabilmiş, şiir, müzik, resim, heykel, mimari, tiyatro gibi insanları estetik yönden besleyen, büyüten, zenginleştiren, zevk duygusunun filizlenmesini, çiçek vermesini sağlayan sanatları uygulanan yerlerde tek tek ve geçmişe yönelik özlem dolu anılarıyla gülümseyerek anlatırken ben her heykelin, her resmin anlamını çözmeye, detayları gözden kaçırmamaya çalışıyordum.
Ben de heyecan ve hayranlık birbirlerini çekiştirip ön sırayı kapmaya çalışırlarken nisan ayında yuvalarını bekleyen, alanlarının sınırlarını belirleyen kuşların ötüşleri bana huzur veren Demis Roussos’nun sesini kulaklarıma taşıyorlardı. Yüzey, hacim, mekân sanatları deryası olan bu şehir, bu güzelliği kucaklayan parklarıyla, ormanlarıyla “beni örnek al, memleketinde de uygulanabilir, niye olmasın?” ıslığını kulaklarıma doğru itekliyordu. O itekledikçe ben kendisine doğru yaklaşıyordum. Ben bu şehri güzel sanatların merkezlerinden biri olarak kabul ettim. Çünkü o kendisini kabul ettirdi.
2. Dünya Savaşı’na kadar Çekoslovakya Alman ve Yahudileri tarafından yaşanılan bu şehirde marangozluk, demircilik, dülgerlik mesleklerinde uzmanlaşan insanların güzel sanatlara yönelik yetenekleri her biri bir anıt olan binalarda sergileniyor. Onlar el işlerini ruh ve duygu dünyalarıyla harmanlayıp, besleyip kendi cennetlerini oluşturmuşlar. Zevk alarak çalışmış, eserlerini seyretmiş, seyirciler oluşmasına zemin hazırlamışlar. Bizler ülkelerini inşaya aday halklara da örnek kentler, yerleşim birimleri olarak bırakmışlar. Onlar, yaşanılan yer, yerleşiklerin yaşam tutkuları, güzel sanatlarla yaşamı hoş kılma, çevreyi pozitif enerji merkezlerine çevirme, doğa, eşya ve canlılar arasındaki uyumu, dengeyi bozmama açısından da liderliği ellerinde tutmuşlar.
Bu şehirde çocuklarım ve Dr. Yekta arasındaki diyalog, bilgi sunma yarışı bana hoş anlar yaşattı. Özellikle askerlik, tarih, din ve siyaset alanında bilgi sahibi olan büyük oğlum Avrupa imparatorlukları, tek Tanrılı dinlerin bu topraklarda kök salmaya başlamaları konusunda bilgi kutusunu açıp düşüncelerini heyecanla ilmiklerken, kuş ötüşlerinin şemsiyeleri ve su şırıltılarından oluşan uyum arasında bizlere sunarken Dr. Yekta Çek Cumhuriyeti’nin geçmişini hatırlattı ve son 27 yıllık süreci bir tanık, yaşayan olarak konulara göre örneklemelerle bizlere aktarıyordu. Onlar bilgi tazelerken bir yandan da bazı konularda karşı çıkışlar, diretmeler yaşanıyordu. Doktorun “Sizin yaşadığınız şehir bunun yanında köy gibi kalıyor” demesi üzerine büyük oğlum “İsviçre’de imparatorluk mirası yok. Dağlar bariyer oluşturmuşlar. Yaşam çok zormuş. Oranında farklı zenginlikleri mevcut”la cevap veriyor. Gece karanlığında, baharın sembolü gür bir yağmur altında Prag şehrine dönüyoruz.
Dr. Yekta kişilik olarak canlı bir kütüphane. Hemen her konuda değerlendirme yapabilecek kapasiteye, bilgi birikimine sahip. Beyinsel tembellikten çok uzak bir birey. Şakaları, iğnelemeleri, anlatımları dalgaların kumları dövüşleri, varlığı bütünleştirmeleri misali sürekli yer ve renk değiştirtiyor. Ben öğrencilik dönemini, sonrasını sormuyorum. Sorularımla rahatsız etmek istemiyor, özel ve mesleki yaşamının kapılarını çalmak istemiyorum. Misafirlik sürecinde oluşacak tanımayla, güvenle kendisinin açıklamalar yapmasını bekliyorum. Sınırlar içinde kalmayı tercih ediyorum.
Bireysel tanıma bir aşamaya vardıktan sonra Çekoslovakya’daki Gustáv Husák Stalinist rejiminin Saddam Hüseyin karşıtı Güney Kürdistanlı Kürd öğrencileri Irak’a teslim etmeye başlaması üzerine Şubat 1975’de Prag’daki İsveç Büyükelçiliği’ni basarak büyükelçilik binasında yapılan açlık grevini organize eden iki Kürd öğrenciden biridir.
Güney Kürdistan içerikli siyasi faaliyetlerinden dolayı, Irak’ta Kürdlere yönelik uygulanan zulümlere karşı eylemci olması sebep olarak gösterilerek öğrenciliği bittiğinde Çekoslovakya’dan çıkarıldığını, o tarihte oğlu Alan’ın bir buçuk yaşında olduğunu, Çekoslavakya Almanı olan eşinin Çekoslovakya’dan çıkmasına izin verilmediğini, kendisinin girişinin yasaklandığını, diğer siyasi Kürd öğrencilerde yaşanılan “ailelerin parçalanması” gelişmesinin kendisine de yaşatıldığını, oğlu Alan’ın babasız büyüdüğünü açıkladı.
O konuştukça ben bu siyasal sistemin Kürdlere yönelik uygulamalara kayıtsız kalışlarını düşünmeye başladım. Irak rejimini protesto eden Kürdlere sınır dışı uygulaması, ailelerin bölünmesi. Kendisinin Fransa’da tanıştığı ikinci eşinin, kızı Zilhan’ın annesinin de Alman olduğunu, daha sonra Almanya’ya yerleştiğini açıkladı. Siyasal gelişmeler üzerine eski rejim yıkılmış geçiş süreci yaşanmaya başlanmıştır. O, 1989 Aralık ayında yeniden Çekoslovakya sınırlarından içeriye girebiliyor, oğlunu görebilme imkanına kavuşuyor.
Siyasal sistemin değişiminden sonra 01.01.1993’de ülkenin adı Çek Cumhuriyeti olur. Yeniden yaşamaya başladığı bu ülkede siyasal bir Kürd olarak, bir iş insanı olarak sıkıntı yaşamaya başlar. Eski rejim yıkılmış, yeni rejim tam anlamıyla oturmamıştır. Geçiş döneminde insanlar oluşan sele kapılmamak için çaba harcarlar. Geçmiş siyasal kimliklerini gizlemek zorunda kalırlar. Kapitalizmin at şahlandırmaya başladığı memlekette cadı avı misali Komünist düşünceye sahip insan avına çıkılır. Gizlemeyi başaran yaptırımlardan kendisini kurtarabilir. Dünün rejiminin kahramanları işsiz kalmaya, değersizleştirilmeye başlanırlar. Korku atını şahlandırır.
Siyasal sistemin değiştirildiği dönemde O bir doktor olmanın yanı sıra iş insanı olarak yaşamaya karar vermiştir. Beyin ve beden tembeli olmayan bu Amedlinin iş ilişkileri, kapasitesi Kürdlerin ekonomik anlamda gelişmemeleri, ticareti öğrenmemeleri, sermaye birikimi sağlamamaları için çaba harcayan T.C. yöneticilerini rahatsız eder. Canları alınacak “Kürd iş adamları” listesini hazırlatanlar sadece T.C. sınırları içindekileri değil, dışındakileri de tespit ettirir. O da “tehlikeli Kürd sermaye sahibi” listesinde bulunan isimler arasına alınır.
T.C. vatandaşı bir Çerkez kendisini öldürmekle görevlendirilir. Doktor iş yerinde infaz edilecektir. Plan uygulamaya konulur görevli kişi doktorun yanında çalışan doktorun bir yakınına yaklaşmaya onunla dost olmaya başlar. Süreç içinde iş randevu almaya kadar ilerler. Randevu alıp idare binasına gelen öldürme adayı odanın kapısında silah doğrultmaya başladığı anda orada bulunanlarca etkisiz hale getirilir. Doktor bilgi vermeye devam ederken, “Bununla iç içe, bağlantılı olarak Çek polisi içinde görevli bir birime bağlı polislerce de bana yönelik olarak siyasal, ekonomik, psikolojik, fiziki şiddetler uygulandı” açıklamasında da bulundu.
O geçmişini kısaca anlattıktan sonra son cümle olarak halen rahat olmadığını, sıkıntılarının devam ettiğini, can güvenliği bulunmadığını söyleyip, “Çek Cumhuriyeti’nde hukuk halen gerekli olan yerine oturmadı” belirlemesinde bulundu. Ben kendisini dinlerken 1990 ve özellikle Turgut Özal’ın öldürülmesiyle başlatılan Kuzey Kürdistan’daki şiddeti, infazları, T.C. metropollerindeki aydın-entelektüel, iş insanı, gazeteci, avukat infazlarını düşünüyor ve yakından tanıdığım öldürülen insanların resimleriyle yüz yüze kalıyordum.
Oğlu Alan’ın yetim büyüdüğünü belirtmişti. Ya kızın Zilhan’la gereken dönemleri birlikte yaşayabildiniz mi sorum üzerine “hayır” cevabını verdi. O, rejim değişimi sürecinde özel olarak düzenlenen komplolarla ‘tehlikeli sermaye sahibi iş insanı’ listesinde yer alan biri olarak Eylül 1994’de hapse atıldığını, Alman olan eşinin yoğun baskı altında kaldığını, baskılardan dolayı mesleğinden istifa ederek Berlin’e oradan da Fransa’ya geçtiğini, 1994-1997 yılları arasında tutuklu kaldığını, cezaevindeyken de boşanmak zorunda kaldıklarını açıkladı. 3 yaşında olan Zilhan da babasız kalır.
Özel olarak görevlendirilen bir kişinin 21.01.2015’de evine girdiğini, kendisinin dışarda olduğunu, kendisini bekleyen katil adayının alkol sevici-müptela olduğunu ve evde bulunan alkollerden içmesi sonucu sarhoş olduğunu, kendisi eve döndüğünde bu kişinin iki tabanca ve bir hançerle kendisine doğru yöneldiğini, alkolün etkisinden dolayı amaçladığı eylemi gerçekleştiremediğini vurguladı. Bu kişinin daha öncede çok sayıda suç işlediğini, bu suçlardan dolayı gereken şekilde cezalandırılmadığını, Çek Cumhuriyeti’nin güvenlik birimlerinde yer alan bazı kesimlerce kullanıldığını ve korunduğunu vurguladı.
Kendisinin katil adayı ve onu yönlendirenler hakkında şikayetçi olup dava açtığını, bu konudaki davasının devam etmekte olduğunu, davanın tümüyle kendi aleyhine dönderildiğini, kendisini öldürmek amacıyla gelen kişinin değil, kendisinin cezalandırılmak istendiğini belirtti. Tanımadığım bir ülke, değişen siyasal sistem, geçiş süreci, oturmaya başlayan yeni bir rejim, rejimin yasaması, yürütmesi, yargısı, kolluk kuvvetleri, mahkemeleri, uygulamalar… O yaşadıklarını, kendisine yönelik uygulamaları, yapılabilinecekleri açıkladıkça ben şaşkınlık geçiriyordum. Şaşkınlığım bizzat gelişmelere tanık olduğum 29 Nisan gecesi şahitliğe dönüştü.
Nasıl mı?
28 Nisan gecesi 21.05 civarlarında çalan zille Dr. Yekta’nın ses tonu yükselmeye başladı. “Tutuklamaya geldiler” dedi. Hızla inip dış kapıyı açmak için ilerledi. Ben şaşkınlık yaşamaya başladım ve hemen odalardan birine girip doktorun arkadaşı olan gazeteci kadına haber verdim. Tanımadığım bir üniforma içindeki kişiler ikinci kapıdan içeri girmişlerdi. Dr. Yekta önleyici tedbir olarak yalnız olmadığının anlaşılması için aşağıdan yukarıya doğru bana seslendiğinde kendisini cevaplayıp, telefonda konuşmaya devam ederek aşağı indim. Gelen tim mensuplarından bir kesimi aşağıda beklerken üçü hızla üst kata çıktılar. Ben ve doktor da merdivenleri koşar adım çıktık. Gazeteci kadınla konuşmaya devam ediyordum ve telefonu polis şefi olduğunu fark ettiğim kişiye doğru uzattım. Gazeteci kadının polislerle konuşmasını sağladım. Almaya gelenler beni görmüş, umursamaz tavrımı izlemiş ve şaşkınlıklarını da gizlemeye çalışıyorlardı.
Niye mi?
Çünkü onlar doktorun evde yalnız olduğunu düşünüyorlardı. Benim orada olmamla istedikleri şekilde davranamayacaklardı, plan bozulmuştu. Hem ordaydım hem doktorun arkadaşı kadını, çek bir gazeteciyi haberdar etmiştim. Dr. Yekta’nın evi Prag şehrine 20 km. uzaklıkta ve ormanlık bir alanda. Doktor orada bulunan evinde yalnız yaşıyor. Bizim arabamız bahçedeydi. Perşembe günü öğleden sonra araba bahçede görülmemişti. İsviçre’ye gidilmişti. Cuma günü ben de işlerimle uğraşmış ve evden çıkmamıştım, görülmemiştim. Evde bulunan dinleyici cihazlardan birisini dinleyici olduğunu anlamadan çöpe atmış, diğerini de doktorun tanıması sonucu alıp incelemiş, pillerini çıkarmış devre dışı bırakmıştık, ev dinlenemiyordu. Perdeler çekili içerisi görülmüyordu. Doktorun yalnız olduğundan eminlerdi. Kendisini alıp götürecekler hiç kimse bu gelişmeden haberdar olmayacaktı.
Niye gece karanlığında geldiler?
Şehirden uzak ormanlık alanda, yakın komşu olmayan bir yerde, karanlık ortamda, evde veya ev dışında zehirleme yapılabilinir, bir kalp krizi geçirmesi sağlanabilinir, yol kenarına terk edilecek aracında kriz geçirmiş olarak bulunabilinirdi. Kim, hangi tanıklarla neyi ispat edebilirdi? Gece karanlığı geride tanık ve iz bırakmadan faaliyet göstermek için en uygun ortamdı. Ki doktor bu tarz sıradan izsiz öldürülmeler üzerine kendisinin daha önce uyarıcı makaleler yazdığını, “İfade” adlı kitabında da konuya yer verdiğini açıkladı. (A.T.K)
(Devam edecek.)
Leave A Comment